Günün Sözü

Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.
hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2015 Salı

Ev hanımlığı. Okumayan çok şey kaybeder

Adam akşam iş çıkışı eve geldiğinde evin bahçesinin karmakarışık olduğunu görmüş.
3 çocuk da bahçede çamurlar içinde oynuyormuş.Boş yemek kutuları ve içecekler etrafa saçılmış.Karısının arabası garaj kapısının önünde, bir kapısı açık ve yamuk halde parkeder durumdaymış.
Evin içine girdiğinde durum daha vahim şekle dönüşmüş.Girişteki halının bir kenarı kıvrılmış, havaya kalkmış ve abajur sehpanın üzerine devrilmiş.Salondaki televizyonun sesi sonuna kadar açık halde çizgi film kanalındaymış, televizyonun üzerine bırakılan yarısı içilmiş meyve suyu ha döküldü ha dökülecek vaziyetteymiş.
Oturma odasında yerler oyuncaklar ve çocuk elbiseleriyle kaplıymış.Mutfağa girdiğinde lavabonun sabah kahvaltısı bulaşıklarıyla dolu olduğunu görmüş.Ayrıca kırılmış bir bardağın parçaları masanın altında duruyormuş
Üst rafa yöneldiğinde merdivenlerdeki elbiseleri fark etmiş. Telaşla karısının başına kötü birşey gelmiş olabileceğini ya da hastalandığını düşünerek hızla koşmaya başlamış.
Misafir odasına girdiğinde karısını uzanmış halde kitap okurken bulmuş.Karısı kocasını görünce okuduğu kitaptan başını kaldırmış, hafifçe gülümsemiş ve gününün nasıl geçtiğini sormuş.
Adam cevaplamış:"Her zaman ki gibi! "
Ardından şaşkınlıkla sormuş:"Ne oldu bugün böyle?"
Karısı tekrar gülümseyerek;
-"Sen hergün eve geldiğinde bütün gün ne yaptın ki demez miydin.."
+"Evet"
-"Güzel... Bugün, her gün yaptıklarımı yapmadım sadece o kadar..."

14 Nisan 2015 Salı

GEÇMİŞİ ÖZLEMEK


Geçiyor zaman..
Gidenlere aldırmadan geçiyor..
Biz geçiyoruz..
Aşklar geçiyor..
Dostlar geçiyor..
Bugün yeni olan,
Yarın eskiyor..
Yutuyor zaman,
Bizi yutuyor..
Bir çırpıda sevdayı,
Bir çırpıda vefayı,
Bir çırpıda cefayı yutuyor..
Vay başımıza gelenler !
Yenik düştük zamana,
Göz göre göre,
İnsanlığımız elden gidiyor..
T.Tuğba Baş (13/05/2014)

21 Mart 2015 Cumartesi

Erkeğe şiddet - Boşanma Sonrası Nafaka ve Dinimize Göre Hükmü

Önceki yıl bir yerde sıra bekliyorum. Karşımda iki genç kız oturuyor. Kızlardan biri sehpanın üzerindeki gazeteyi alıp okumaya başladı. Bir süre okuduktan sonra yanındaki arkadaşına okuduğu haberi heyecan içinde gösterirken şöyle söyledi:
 
Şu habere bak ya! Ben bu nafaka olayını böyle bilmiyordum. Ömür boyu nafaka diye bir şey varmış. Kızım biz boşuna çalışıyoruz. Bulacağın enayinin birini, evlendikten iki ay sonra da basacaksın tekmeyi. Oh maaş gibi gelsin her ay, o kazansın sen ye. Süpermiş yaa…”
 
Duyduklarıma inanamadım. Aslında genç kız acı bir gerçeği çok iyi dile getirmişti. Kanunlara göre bir kadın, evlendikten bir ay sonra bile gidip herhangi bir sebeple boşanma davası açsa erkekten ömür boyu nafaka alabiliyor. Çok da misal var. Ancak kadın resmi nikahla yeni bir evlilik yaparsa ya da güvenceli bir işe girerse eski kocasından olan nafaka kesiliyor. Fakat pek çok kadın aldığı nafaka kesilmesin diye nikahsız birliktelik yaşıyor ya da dini nikahla evlenip eski kocasından nafaka almaya devam ediyor.
 
Tabii ki evlenen genç kızların çoğunluğu boşanıp erkek parası yiyeyim diye evlenmiyor. Fakat şu da bir gerçek ki evlilik içinde kadın kendi hatalı da olsa, hatayı telafi etmek yerine nafakaya güvenerek çabucak boşanma kararı alabiliyor.
 
Bir hakime hanımla konuşmuştuk, bu nafaka konusunu. Ona yaşanmış bir olay anlattım: “Erkek evlenmeden önce kıza diyor ki ‘Benim maaşım hem ev kirasına hem evi geçindirmeye yetmez. Annemin evi var tek başına yaşıyor. Eğer annemle oturmayı kabul edersen maaşım geçinmemize yeter, o zaman evlenebiliriz.’ diyor. Kız da bu şartı kabul ediyor ve evleniyorlar. Düğünden bir kaç ay sonra yeni gelin: ‘Ben senin anneni sevmedim, onunla yaşamak istemiyorum.’ diyerek boşanma davası açıyor. Kocası ayrılmak istemiyor fakat kadın ısrarla ayrılmak istiyor. Adamın koca olarak bir kusuru da yok. Şimdi bu adam neden bu kadına nafaka versin ki. Daha düğün borçlarını bile bitirememişken hem de. Bu çok büyük bir haksızlık.” dedim.
 
Hakime hanımın yorumu şöyle oldu: “Bence haksızlık değil, erkek ona nafaka vermeli çünkü kadının adı dula çıktı.
 
İyi de kadın kendi adını dula çıkarıyor. Adamın bir kusuru yok ki. Kadını aldatmamış, yalan söylememiş, durumu anlatmış kadın da kayınvalidesi ile oturmayı kabul etmiş, sözünde durmayan kadın.” dedim fakat hakime hanım, yine aynı şeyi söyledi: “Kadın burada mağdur oldu, adı dula çıktı, nafaka almalı.”
 
Bu nasıl bir zihniyet ben anlamıyorum. Bir hakime hanımın gözü nasıl bu kadar kör olabilir, adaletten nasıl bu kadar uzak olabilir? Tabii devlet kanun ile zulmederse hakimi de hakimesi de böyle düşünür. Hakime hanımın dul olmayı da adını kötüye çıkarmak gibi görmesi ayrı bir tuhaflık.
 
Ayrıca kadının adı dula çıktı ise erkeğin adı da dula çıktı hem de bir kusuru yokken. Dul erkek olmak da çok makbul bir şey değil. Boşanınca erkeğin de düzeni bozuluyor,  yalnız kalıyor, evli olan arkadaş çevresini kaybediyor, yeniden evlenmeye korkuyor, varsa çocuklarına hasret yaşıyor, evlilik borçlarını o ödüyor…
 
Ayrıca toplumun ekserisi dul kadına “Yazık, kim bilir kocasından neler çekti de ayrılmak zorunda kaldı.” diye bakarken erkeğe “Ne halt yedi de ayrıldı ya da karısına neler etmiştir de kadın boşanmıştır.” diye daha kötü bir gözle bakıyor. İşin psikolojik boyutuna bakarsak erkek de zor durumda kalıyor.
 
Dinimize göre nafaka çocuklar için vardır. Boşanmada ise eski eşe belli şartlara göre vardır. Boşandıktan sonra iddet müddeti içinde üç ay erkeğin kadına nafaka vermesi farzdır. Bunun dışında eski eşe başka nafaka yoktur diyen alimler var. Fakat bazı alimler bir yıl boyunca nafaka vermesinin iyi olacağını söylemişler. Bunun dışında bir mecburiyet değil fakat uzun bir evlilik sonrası boşanma olmuşsa erkeğin gönüllü olarak çocuklarının anasına ve yıllarını geçirdiği eski eşine iyilik yapmasının hem sevap hem de bir vefa borcu olarak güzel bir davranış olarak nafaka vermesini tavsiye eden alimler var.
 
Fakat erkek üç aylık nafaka dışında nafaka vermek istemiyorsa, kadının kanun zoru ile erkekten nafaka alması ise kul hakkıdır, haramdır. Erkek gönlü ile verirse ne âlâ.
 
Dinimizde erkeğin boşanmaya sebep olacak bir kusuru yokken kadın ayrılmak isterse aldığı mihri bile vermesi gerekiyor.
 
Sabit bin Kays’ın (r.a.) hanımı Cemile (r.a.) Peygamberimize gelerek şöyle dedi: “Ya Resulallah beyimin huyu ve dindarlığı hakkında bir şikayetim yoktur. Fakat onu bir türlü sevemedim. Bunun için de nankörlük etmekten, ona karşı olan vazifelerimi yapmamaktan korkuyorum. Peygamberimiz, “Sana mehir olarak verdiği bahçeyi ona geri verir misin? ” diye sordu. Kadın, “Evet, veririm” deyince de Resulullah (s.a.) Hz. Sabit’e, “Bahçeyi kabul et ve onu boşa” buyurdu. Ayrıca boşama karşılığında fazla bir şey almamasını da emretti ” (İbni Mace, Talak: 22) .
Sema Maraşlı

9 Mart 2015 Pazartesi

ÖN YARGILARDAN KURTULMANIN REÇETESİ


Adam bir iş seyahatindeyken, hırsızlar evine girmiş, evi yakmış ve oğlunu kaçırmışlar. Baba eve döndüğünde, evinin kül olduğunu ve oğlunun da yanıp ondan geriye sadece yalnızca küllerinin kaldığını düşünmüş. Kalbi kırılan baba, külleri toplamış ve yanından hiç ayırmadığı çok güzel bir kavanoza koymuş. Biraz zaman geçmiş, oğlu hırsızların elinden kaçmış ve eve, babasına koşmuş. Gece geç saatte eve gelen çocuk, kapıyı çalmış. Baba derin uykusundan uyanmış ve seslenmiş: “Kim o?”. Oğlu yanıtlamış: “Benim, baba, oğlun”. Acıyla öfkelenen baba, kötü kalpli bir çocuğun ona numara yaptığını düşünerek, oğlunu kapıdan kovmuş. Oğlu kendini anlatmaya çalışmış, ama baba dinlememiş. Sonunda çocuk bir daha dönmemek üzere oradan ayrılmış...

Bu hikâyede de olduğu gibi çoğu kez ön yargılarımız bizi mutsuz edecek sonuçlar oluşturur. Babanın çocuğunun öldüğüne dair bir ön yargısı olmasaydı hikâye mutlu sonla bitecekti. Hayatlarımızdaki ön yargılarımız da bizi mutsuz eder. Bir fanusun içine sıkışmamıza neden olur. Sorunlarımızı çözme konusunda çoğu zaman bizi çaresiz bırakır. Ön yargılar insanları yalnızlaştırır, özgürlüğünü kısıtlar, ruhsal çöküntülere neden olur, çoğu zaman da başarısız olmamıza neden olur. Çevremizde birçok insan da ön yargı içeren cümleler duyarız. Kilo ve sigarayla ilgili cümleler de bunlardandır:

• Sigarayı bırakırsam kilo alırım.
• Su içsem yarar bana.
• Hangi diyeti yaparsam yapayım 70 kilodan aşağı düşemem.
• Spor yapsam da hiçbir şey değişmez.

Bu tür cümleler istediğimiz hedefe ulaşmamızı engeller. Kilo vermeyi ya da sigarayı bırakmayı isteriz ama ön yargılarımıza o kadar çok inanırız ki bunu başaramayız. Ön yargılı insanlar ne yapmak istediğini bilir ama ön yargılarından kurtulamadıklarından bir türlü yapmak istedikleri işe başlayamazlar. Başarısız olacaklarına dair bir fikirleri vardır. Tabii bu ön görüleriyle başarısız da olurlar. Bu tür başarısızlıklar, içinde bulunduğumuz durumdan ne kadar rahatsız olursak olalım kabullenmemize neden olur. Ön yargılarından dolayı kilo veremeyen bir insan “ Ben böyle çok güzelim, kilo bana çok yakışıyor. Erkekler balıketli kadınları sever.” demeye başlar. Sigara için de aynı şey geçerlidir. “ Bak şu yaşlı amcaya yıllardır sigara içiyor ama bak sapa sağlam. Sigara bize de zarar vermez”. Bu tür cümleler hedeften iyice uzaklaşmamıza neden olur.

Ön yargılar nasıl engellenebilir?
Ön yargılarımızdan kurtulmak mücadele edilmesi ve aşılması gereken bir konudur. Öncelikle içimize dönüp ön yargıya yol açan düşünce ve inançları net olarak ortaya çıkartmamız gerekir. İç sesimize kulak verip ne yapmak istediğimize odaklanmalıyız. Kendimize inanmalıyız. Yeni ön yargıların oluşumuna engel olmalıyız. Her duyduğumuza inanmayarak gördüklerimizi, duyduklarımızı sorgulayarak yeni ön yargıların oluşmasını engelleyebiliriz.

Siz de varolan ön yargılarınızdan kurtulmak istiyorsanız, size tavsiye edeceğim alıştırmayı yaparak işe başlayabilirsiniz. Öncelikle bu konudaki farkındalığınızı artırmalısınız; bunun için kendinize bir ÖYL (önyargı listesi) hazırlayın. Mümkün olduğunca kendinizi dışarıdan birisi gibi takip etmeye çalışın ve yakaladığınız otomatik düşünceleri ya da ön yargılarınızı yazıya dökün, sonrasında gerçekten bu yargıların doğruluğu üzerinde düşünün, tartışın; bu konuda kitaplar okuyun ve sonra onu adeta nadasa bırakın, kendi yolunu bulacaktır. Hayatınızı alt üst eden ön yargıların değişmesi için çoğu zaman yapmanız gereken sadece farkına varmanız olabilir.

Ön yargılarınızdan kurtulduğunuzda daha özgür, daha mutlu, daha başarılı bir hayat bizi bekliyor olacak!

Yazan : Psikoterapist Cenk Kahvecioğlu

8 Mart 2015 Pazar

Kadın erkekten ne ister?


Hayattan şikayet eden kız

Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu.
Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.


Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.

Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.

Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.

Kızına dönerek sordu:

— Ne görüyorsun?

— Patates, yumurta ve kahve? diye alaylı bir cevap verdi kızı.

— Daha yakından bak bir de dedi baba , patatese dokun.

Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.

— Aynı şekilde, yumurtayı da incele.
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.

En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.

Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:

— Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?

Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi.

Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı.

Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

— Sen hangisisin? diye sordu kızına.

Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın? Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?

6 Şubat 2015 Cuma

Hastane telefonu Anlamlı hikaye

Hastane Santralının Telefonu Çaldı. Arayan Yaşlı Bir Büyükanne İdi. Çekingen Bir Sesle Sordu:
- Bir Hastanın Durumu Hakkında Bilgi Verebilecek Biriyle Görüşmem Mümkün Mü?
- Ben Size Yardımcı Olayım Tatlı Teyzecim. Hastanın Adı Ve Oda Numarası Nedir?
Büyükanne Yorgun Ve Titrek Sesiyle Söyledi:
- Halime Kaya. Oda Numarası 302.
- Siz Birkaç Dakika Hatta Kalın, Ben Hemşiresinden Durumunu Öğreneyim.
Birkaç Dakika Sonra Operatör Telefona Geldi:
- Haberler İyi Teyzecim. Hemşire Bana Halime Hanımın Durumunun Gayet İyi Olduğunu Söyledi. Tansiyonu Ve Kalbi Çok İyiymiş Ve Doktoru Sami Bey Onu Salı Günü Taburcu Etmeyi Düşünüyormuş.
- Sağolun, Ne Güzel Haberler Verdiniz. Öyle Endişeleniyordum Ki! Allah Razı Olsun Evladım.
- Bir Şey Değil Teyzecim. Halime Hanım Kızınız Mı?
- Yok Evladım, Halime Kaya Benim... Hiçkimse Bana Birşey Söylemiyor 

12 Aralık 2014 Cuma

Bu Belki Son Günündür

Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı.

Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu;
-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?
-Tamam bey, bitti işte.

Adam açık mavi göleği hışımla aldı;
-Bitti, tabi bitti ! Ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.

Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;
-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.
-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldin’ demeliyim.

Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…”

Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.
-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.

Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi.

Biraz sonra çocuklarına seslendi
-Kahvaltınız hazııır!

Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı.

Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.
-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?
Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu.

Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.

-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?

Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında eve doğru adım atmakta olan kocası vardı.

Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu;

-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?
-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim…
O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında çekingenlik içinde durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.

-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.


Ahmet Ünal ÇAM -2009

20 Eylül 2014 Cumartesi

DENİZ YILDIZININ ÖYKÜSÜ

Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken,denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu Kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını fark eder ve: 
"Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsun ?" diye sorar.
Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, 
"Yaşamaları İçin" yanıtını verince, adama şaşkınlıkla:
"İyi ama burada binlerce deniz yıldızı var.Hepsini atmanıza imkan Yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?" der. 
Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi, "Bak Onun İçin Çok Şey Değişti," karşılığını verir.

10 Eylül 2014 Çarşamba

Çok güzel bir hikaye - Şanssızlık yoktur- Her şerrin ardında bir hayır vardır


Yıllardır tek işi tarlasında çalışmak olan yaşlı bir çiftçi varmış.Tek sermayesi tarlasında çalıştırdığı atı imiş. .Bir gün atı kaçmış. Bu kötü haberi işiten komşuları kendisini ziyarete gelmişler.

-"Ne kötü şans" dediler..

"Olabilir" demiş yaşlı çifçi.. "Allahın dediği olur. Her şerde hayırda vardır."O neylerse güzel eyler demiş"gülerek..

Komşuları "bu aklını yemiş tek sermayesi atı idi.Aç kaldı hala seviniyor" demişler

Aradan birkaç gün geçmiş..Kaçan at dağda ne kadar güzel ve güçlü vahşi at varsa beraberinde getirmiş..

Komşuları hadiseyi duymuşlar ve kendisine gelmişler..

-"Ne mükemmel şans harika Haklıymışsın " demişler.

Çiftçi istifini bozmamış.

-"Olabilir" demiş.."Her hayırda bir şerde vardır.Sadece Allah'ın dediği olur.."

Şuna bak demiş komşuları atları satıp zenginleşti yüzünde tebessüm yok.Bu tamamen kaçık demişler.

Aradan birkaç gün geçmiş..Çiftçinin oğlu atlardan birine binerken yere düşmüş .. Bacakları kırılarak ağır derecede sakatlanmış.

Komşuları acı haberi duymuşlar gelmişler.

-"Haklıymışsın" demişler."Ne şerli bir olay.Yazık demişler ne büyük şansızlık.."

Çiftçi gülümseyerek

Olabilir" demiş "Allah'ın dediği olur. Her şerde hayırda vardır.O neylerse güzel eyler."

Komşuları gene bu kaçık demişler ve evlerine dönmüşler.

Aradan birkaç gün geçmiş.Kral köyün tüm delikanlılarını askere çağırmış.Dönmemek üzere çoğunun öleceği harbe gitmişler. Bir tek çiftçinin ayakları kırılan oğlu kalmış..

Komşuları tekrar gelmişler..

-"Haklıymışsın" demişler

Çiftçi istifini bozmadan .. Gülümsemeden büyük bir ciddiyet içinde.

-"Olabilir demiş" o neylerse güzel eyler.

Evet her işte bir hayır vardır. Bence her işte bir hayır olmasının sebebi de Hakkın şerleri hayr eylemesinden gelmektedir. Ne güzel demiş Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri

"Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler"

Ama dikkat edilmesi gereken bir nokta da var! Her şerde bir hayır olabildiği gibi , her hayırda da bir şer olabilir! O şerri Allah Teala, başka hayra vesile olması için vermiş olabilir. Yani bir işte hayırmı , şermi olduğuna karar vermekte aceleci davranmamalıyız...

1 Ağustos 2014 Cuma

Söz söyleme sanatı

Padişah bir sabah uykudan uyandığında bir rüya gördüğünü hatırlamış. Rüyasında tüm dişlerini avucunda görmüş. Hemen emir vermiş. Ülkenin en iyi rüya yorumcusunu bulun getirin demiş. Rüya yorumcusunu getirmişler. Padişah rüyasını anlatmış. Yorumcu şöyle bir yorum yapmış.
__ Padişahım sizin bütün sevdikleriniz en yakın zamanda ölecekler.
Padişah inanılmaz sinirlenmiş ve bağırmaya başlamış.
__ Atın bu adamı dışarı, bana başka bir rüya yorumcusu bulun.
Ülkeyi aramışlar taramışlar. Başka bir rüya yorumcusu bulmuşlar. Yorumcuyu padişahın huzuruna çıkarmışlar. Padişah rüyasını anlatmış.Rüya yorumcusu padişahın rüyasına şöyle yorum yapmış:
__
Kıymetli padişahım, siz Allah'ın sevgili kullarındansınız ki Allah size uzun ömür vermiş, çok yaşayacaksınız.. 
Padişah buna çok sevinmiş. Ona bir kese altın vermiş ve uğurlamış.


İşte buna "doğruyu ifade etmek" değil, "doğru ifade etmek" denir.. Konuşurken son söyleyeceğimiz sözü başta söylememek gerekir... Söylediklerimizin doğru olması çok önemlidir ama söleyeceklerimizi doğru şekilde söylemek de önemlidir.

27 Temmuz 2014 Pazar

"EY ÖMER BUGÜN ALLAH İÇİN NE YAPTIN"


 
Hazreti Ömer (ra) hem halife hem de devlet yöneticisi idi. Peygamberimizin,(a.s.m)“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.” hadi­sini devamlı hatırında tutardı. Bu maksatla, her günün akşa­mında kendi kendine, “Ey Ömer, bugün Allah için ne yaptın?” diye sorardı?
 
Ölümü her gün kendisine hatırlatacak birini vazifelendirmişti. Saçına beyaz kıllar düştükten sonra, vazifelendirdiği bu zata, “Artık sana ihtiyaç kalmadı.” di­yerek vazifesine son verdi.
 
Fırat Nehri kena­rında bir koyun kaybolsa, onun hesabını dahi Allah’ın kendinden soracağına inanıyordu.
 
Hz. Ömer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu.

Oğlu Abdullah, babasına:

“Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sa­na vereyim de, kendine güzel bir elbise yaptır.” demişti.

Hz. Ömer de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı.
Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu halde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı.
 
“Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” der. arka saflarda biri itiraz eder.
 
“Ey müminlerin emiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çün­kü sen, Allah ve Resul’ünün yolundan gitmiyorsun!” dedi.
 
Halife bu büyük iddia karşısında sarsıldı:

“Neden?” diye sordu.

O zat sebebini şöyle izah etti:

“Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptır­mışsın!”

Hz. Ömer, hesabını veremeyeceği bir iddiayla karşılaşmayı bekliyordu. Bu­nu duyun­ca rahatlamıştı. Cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a (r.a.) işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi.

Halk sevinçliydi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve:
 
“Şimdi konuş, ey müminlerin emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.”dedi.
 
Bunun üzerine ellerini Rabb’ine açan adalet kutbu Halife Ömer şöyle dua et­ti:

“Ey Rabb’im! Sana sonsuz hamd ediyorum ki, beni, yapacağım hatalardan do­layı ikaz edecek bir ümmete halife etmişsin.”

Hz. Ömer, hilafeti zamanında sık sık Medine sokaklarında dolaşır, halkın du­rumunu kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini tespite çalışırdı. Bir gece dolaşırken bir evden çocuk ağlamaları işitti. Hz. Ömer, çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın, iki günden beri aç olduklarını, bundan dolayı ağladıklarını, onları avu­tup uyutmak için boş tencereyi karıştırıp durduğunu söyledi. Hz. Ömer bu cevap üzerine irkildi.

“Biraz bekle, ben hemen ge­liyorum.” dedi.

Hemen koşup bir miktar un ve yağ sırtladı. Hizmetçisi de yanın­daydı. Torbayı taşımak için ısrar ettiyse de, Hz. Ömer:

“Kıyamet günü benim yükümü de taşıyacak mısın?” diyerek onun isteğini reddetti.

Hz. Ömer bir defasında birinin dilendiğini gördü. Yanına yaklaştı. Bu bir gayrimüslimdi. Niçin dilendiğini sordu. İhtiyar, cizye verdiğini, bu sebeple fa­kir düştüğünü, cizye verecek durumda olmadığını söyledi.
Adalet güneşi Hz. Ömer, onu yanına aldı, hazineden kendisine maaş bağladı. Sonra da şöyle dedi:
 
“Genç iken bunları çalıştırıp, yaşlandıkları zaman da sokağa atamayız.”
 
İşte Salahatta bu, maharette bu, idare de budur… Devletine, milletine hayırlı iş ve hizmette bulunmak isteyenler, bu anlayışla halkın karşısına çıksın, ben de bir hizmetkarım, efkarını beyan etsin.
Alıntılar:
 
1-Münazarat, y.a.neşr. s. 56

10 Temmuz 2014 Perşembe

Cennet nimetlerini gören kadın

Bir kadın vardı. Her yıl doğurur, çocukları ise, altı aydan fazla yaşamazdı. Kadın yirmi çocuk doğurmuş yirmisi de ölmüştü. Her çocuğun ardında feryat ederdi.
Sonunda, "Ey Allah'ım! Bu çocuklar bana dokuz ay yük olur, bense onlar altı aydan fazla sevemem. Altı ay geçmeden elimden alırsın" diyerek canını yakan ıstıraptan şikâyet etti.
O gece rüyasında cenneti gördü. Cennetteki sayısız nimetlerin arasında kendi adının yazılı olduğu bir köşk vardı. Kadına, "Bu köşk acılara katlanan, ıstıraplara tahammül eden, Allah sevgisiyle her şeyini feda edenindir. İbadetlerinde gevşeklik gösteren kullarını, Allah musibetleriyle sınar" dediler.
Cennet nimetlerini görmenin sarhoşluğuyla kadın, "Allah’tan gelen başım gözüm üstüne" dedi. Yavaş yavaş cennet bahçesinde ilerleyip köşküne girdiğinde, bütün çocuklarının orada olduğunu gördü.
***
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
Bir annenin çocuğu ölünce Allah (c.c) meleklerine,
"Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?" der. Melekler,
"Evet" derler.
Cenâb-ı Hak, "Onun kalbinin yemişini, hayatının meyvesini kopardınız mı?" der.
Melekler, "Evet" derler.
Allah Teâlâ, "Kulum ne dedi?" diye sorar.
Melekler, "Sana hamdetti. 'Biz Allah’a teslim olmuşuz, ancak ona döneriz' dedi” derler.
O zaman Allah Teâlâ, "Kulum için cennette bir ev yapın, o evin adını da, hamd evi diye koyun" buyurur.
Mesnevide Geçen Hikayeler

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Güzel bir hikaye

Vaktiyle bir bilge 
hoca,yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin
seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:
"Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.
İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve
"Şunu kaça alırsınız?" diye sorar .
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline
alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm.
Bizim çocuk oynasın" der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği neneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş
dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm."
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin
elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle
bağırır ve hemen ilâve eder.
"Buna kaç lira istiyorsun?"
Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan
veririm."
Öğrenci, "Hayır veremem." diye
taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta
arsalarımı vereyim."
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili
olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya
kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma
karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye
hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık
içinde başından geçen macerasını anlatır. Bilge sorar:
"Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"
Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum,
kafam karmakarışık" diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin
kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun
değeri bilenin yanında kıymetlidir."
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. Mesele kuyumcuyu bulmaktadir...

22 Haziran 2014 Pazar

Üzücü bir hikaye

Vietnam Savaşı sonrası… Evine dönmekte olan bir asker San Francisco’dan ailesini aradı: “Anne, baba eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.” “Memnuniyetle, O’nunla tanışmak isteriz”, diye cevapladılar.

Oğulları “Bilmeniz gereken bir şey daha var.” diyedevam etti. “Arkadaşım savaşta ağır yaralandı, bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve O’nun gelip bizimle kalmasını istiyorum.” “Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki O’nun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.”

“Hayır. Anne, baba O’nun bizimle kalmasını istiyorum.”

“Oğlum.” dedi babası. “Bizden ne istediğini bilmiyorsun. O’nun gibi özürlü biri bize korkunç yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.”

Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi O’ndan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco’ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Anne – baba oğullarını hemen tanıdılar yalnız bilmedikleri bir şeyi de öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı…

21 Haziran 2014 Cumartesi

Kur'ân-ı Kerimde Geçen Hz. Eyüp Peygamber'in Kıssası

Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçeçoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi.

Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:

“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”

Oysa Allah, kulu Eyüp’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.

Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:

“–Nedir bu başına gelenler…!” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:

“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi?” diyordu.

Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.

Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.

Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.

Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Hastalığının şiddetlendiği bir anda:

“Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”

Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:

“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.



20 Haziran 2014 Cuma

Genç adamın yolculuğu

Vaktiyle bulundugu küçük yerde geçim sikintisi çeken dürüst ve temiz yaratilisli genç bir adam, bir gün memleketine çok uzakta bulunan bir sehir merkezine giderek is bulup çalismaya, kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verdi Bu niyetle vakit kaybetmeden hazirlanip yola koyuldu Genç adam bu yolculugu sirasinda yorum ve açiklamasi kendisi için imkânsiz olan bir takim olaylarla karsilasti
Bunlardan biri suydu: Bazi kimseler bir tarlaya bu...gday ekiyorlar, ekilen bugdaylar hemen yetisip olgunlasiyor, onlar da hiç vakit kaybetmeden hasat ediyorlar, sonra bunlari atese verip yakiyorlardi
Ikinci olarak suna sahit olmustu: Bir adam büyük bir tasi kaldirmaya çalisiyor, kaldiramiyor; ama bu tasa bir tane daha ekleyince kaldirabiliyor, bir üçüncüyü ekleyince daha da rahat kaldirabiliyordu
Sahit oldugu bir baska olay da su idi: Bir adam bir koyuna binmis, onun üzerine birkaç kisi daha binmis kosturuyorlar, arkalarindan birileri de onlara yetismek için çabaliyor ama yetisemiyorlardi
Adam bunlarla kafasi Karismis birhalde uzun yolculugun nasil geçtigini anlamadan sehrin kapisina geldi Burada nurani bir ihtiyar kendisini durdurup nereden geldigini, niçin geldigini yolculugun nasil geçtigini sordu Adam herseyi anlatti ve yolda karsilastigi alisilmamis hadiseleri de serüvenine eklemeyi unutmadi Bunun üzerine ihtiyar bu genç adama rastladigi olaylari bir bir açikladi:
\"Senin yolda ilk rastladigin bugday ekip hemen hasat eden ve sonra atese verip yakan insanlar, iyilik edip de onu sagda solda konusarak degerini sifira indiren insanlari simgeler
Tas kaldirmaya çalisan kimse de sunu anlatir: Insana ilk isledigi günah agir gelir, onun altinda ezilir Ama ona tevbe etmeden baska günahlar islemeye devam ederse artik o günahlar ona hafif gelmeye baslar
Koyun ve ona binenlere gelince, koyun cennet hayvanidir Sirtindakileri cennete tasimaktadir Koyuna ilk defa binen alimlerdir Ondan sonra binenler her siniftan müminlerdir Bunlara yetismek için kosanlar ise inançsizlardir.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Kaç kişiyi içinden kırdın?


Adamın biri duvara bir resim asmak ister Çivisi vardır ama çekici yoktur Komşuda bir tane vardır Komşusuna gidip çekicini istemeye karar verir

Ama birden ikirciklenir(duraksar): Ya komşusu çekici ödünç vermek istemezse? Zaten dün beni pek isteksizce selamlamış gibiydi

Belki acelesi vardı Yoksa acelesi bahane miydi? Bana karşı içinden bir şeyler mi geçiriyor acaba? Ne geçiriyor olabilir ona bir şey yapmadım ki? Boşu boşuna niye kafayı takıyor bana? Biri benden bir şeyi ödünç istese hemen veririm o niçin vermiyor?

Bu herif gibileri insana hayatı zehir eder Yetmiyormuş gibi kendisine muhtaç olduğumu sanıyor bir de Neymiş bir çekici varmış Yetti be! Bunun uzerine hışımla komşusunun kapısına dayanır

Kapıyı çalar ve beriki daha "Hoş geldin!" demeden "Çekicini al da başına çal terbiyesiz herif!" diye bağırır"

Paul Watzlawick'in Mutsuzluk Sanatı kitabında geçen öykü karşıdaki hiçbir şey yapmadan nasıl da onun hakkında yargı sahibi olabildiğinin yalın ve açık bir örneğini sergiliyor

Bugün kendine bir sor; Çekicini sana memnuniyetle uzatmaya hazır hatta "Komşum benden bir çekiç istese de versem!" diyen kaç "komşu"ma içimden böyle kurgularla karşılık verdim?

Aslında sorunun sadece komşular olmadığını da bil Sevdiklerin arkadaşların eşin dostun çocukların annen baban?

Kaç kişiyi içinden kırdın?

17 Haziran 2014 Salı

Mutluluk Balonları

500 kişi bir seminerdeydi. Birden konuşmacı durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi. Herkese bir balon vererek başladı. Herkes gazlı kalemle balonuna adını yazmalıydı. Sonra bütün balonlar toplandı ve bir odaya kapatıldı.

Katılımcılar odaya alındı ve 5 dakika içinde üzerine isimlerini yazdıkları balonu bulmaları söylendi. Herkes deli gibi kendi adını aramaya başladı, insanlar çarpıştılar, bir birlerini ittirdiler, tamamen bir kaos ortamı oluştu.

5 dakikanın sonunda kimse kendi balonunu bulamamıştı.
Konuşmacı bu sefer herkesin bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi. Bir kaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu.

Konuşmacı dedi ki: "Yaşamımızda bunu görüyoruz. Herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor. Bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğunda gizlidir. Onlara mutluluk verin; sizinki size gelir. Ve insanların yaşam amacı da budur...mutluluğun peşinden gitmek."

Tiffany Moore

15 Haziran 2014 Pazar

Komik bir hikaye: işitme kaybı

Adam doktora gider:
-Doktor bey, galiba eşimde işitme kaybı başladı. Ne yapabiliriz?

Doktor:
-Eve gittiğiniz zaman, eşinizin arkasında, biraz uzakta durun. Normal bir sesle ona soru sorun. Eğer sizi duymazsa biraz daha yaklaşın ve sorunuzu tekrarlayın. Hangi mesafede duyduğunu tespit edelim, ona göre bir tedavi uygularız.
Adam eve döner. Karısı mutfakta yemekle uğraşmaktadır. Adam mutfağın kapısında durur ve normal bir sesle:
-Hayatım, ne yiyoruz bu akşam? diye sorar. Karısı cevap vermez.
Adam bir iki adım atar ve bir kez daha sorar:
-Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?
Karısı yine cevap vermez. Adam kadının dibine kadar gelir ve tekrarlar:
-Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?
Karısı cevap verir:
-Üç defa oldu köfte diyorum ya!