Günün Sözü

Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.
gercek hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gercek hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Şubat 2016 Cuma

CEO'dan bir kıza zengin erkekle nasıl evlenilir tavsiyesi


Zengin birisi ile evlenmek isteyen bir kızın J.P. Morgan’a yolladığı elektronik posta :

Sayın Morgan,

Sizinle dürüst olacağım. Bu yıl 25 yaşına giriyorum. Çok güzelim, iyi bir stilim var ve kaliteli şeyleri severim. Yıllık geliri en az 500 bin dolar veya daha fazla olan bir adamla evlenmek istiyorum. Aç gözlü olduğumu düşünebilirsiniz fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar maalesef orta sınıf sayılıyor.

Çok şey istemiyorum. Sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla olan biri var mı? Hepiniz evli misiniz? Bu konuları merak ediyor ve sormak istiyorum, sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek?

Bugüne kadar birlikte olduğum erkekler arasında en zengini yılda 250 bin dolar kazanıyordu. Central Park’ın batı yakasında, yüksek bütçeli rezidanslarda yaşamak isteyen biri için yıllık 250 bin dolar yeterli değil. Size alçak gönüllülükle soruyorum:

1) Zengin bekârlar nerede takılır? (Lütfen bar, restoran, spor salonu, kulüp, vs. gibi mekanların isimlerini ve adreslerini yazar mısınız?)

2) Hangi yaş kategorisine odaklanmalıyım?

3) Çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? Bir kaç kızla tanıştım; güzel veya ilgi çekici değiller ama zengin erkeklerle evlenebiliyorlar.

4) Kimin karınız, kimin yalnızca sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz? Benim hedefim evlenmek. Zengin bir adamla evlenebilmek için ne yapmalıyım ?

Saygılarımla

Bayan Güzel

James Dimon’un kıza yanıt olarak yolladığı elektronik posta :

Sevgili Bayan Güzel,

Yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Tahmin ediyorum ki sizin gibi aynı soruları soran pek çok genç kız var. Lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. Benim yıllık gelirim 500 bin doların üzerinde, sizin kriterlerinize uyuyor, bu sebeple zamanınızı boş yere çalmadığımı umut ediyorum.

Bir iş adamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. Nedeni ise çok basit, lütfen açıklamama izin verin. Detayları bir kenara bırakırsak, yapmaya çalıştığınız şey “güzellik” ile “para” ikilisini takas etmek: A kişisi güzelliği sağlar, B kişisi de bunun için ödeme yapar, gayet adil. Fakat burada ölümcül bir problem var; sizin güzelliğiniz kaybolacak ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek. Aslına bakarsanız, benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. Bu sebeple, ekonomik açıdan bakarsak, ben değer kazanan bir varlıkken siz değer kaybeden bir varlıksınız. Hem de sıradan bir değer kaybı değil, katlanarak artan bir değer kaybı. Eğer güzellik sizin tek varlığınızsa, değeriniz 10 yıl sonra çok daha düşük olacak.

Wall Street’te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için “takas pozisyonu” diyebiliriz, “satın al ve bekle” değil. Sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. Çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. Şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli.

Bu yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz? Aynı şekilde güzelliğinizi kaybettiğinizde, benim de çıkış yolunu bulmam gerekmez mi?

Yıllık geliri 500 bin doların üstünde olan insanlar aptal değil; sizinle yalnızca çıkarız ama evlenmeyiz. Size, zengin bir adamla evlenme fikrini unutmanızı öneririm. Bu arada, yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. Zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek…


CEO James Dimon

1 Temmuz 2014 Salı

Zordur kadın olmak

Evet, zordur kadın olmak… Hele ki, ülkemizde.. Daha doğarken, yaşama “merhaba” derken başlar, ilk adımımızı atmadan… Kimliğimiz pembedir ya; bu demektir ki, kıyafetimiz, yatağımız, örtümüz, perdemiz, hatta gelecek hediyelerimizin de çoğunun rengi belli… Babamızın rengi de pembe olursa, görülmeye değerdir, yüz şekillerinden ne kadar mutlu oldukları, özellikle de, erkek torun beklentisi içerisinde olan kayınvalidenizin…
Hâlbuki bilmiyorlardı, beni daha doğarken bile şekillendirmeye  başladıklarını.. . Suçlamıyorum onları… Çünkü onlar da kendi yaşantılarından dolayı hareket etmişler… Doğar doğmaz, cinsel kimliğimizin rolleri dağıtılmıştır, başrol oyuncuları tarafından…
”Kız çocuğusun, sokakta top oynanmaz,erkekler oynar…”
“Kızlar, annesine ev işlerinde yardım eder, bakkala, ekmek almaya, erkekler gider…”
“Kızlar, okumasa da olur ya da ilkokulu bitirsin yeter; nasıl olsa, onlara bakacak  bir koca bulunur…“
“Kızlar gülmez, hele kahkaha hiç atamaz; çevreden, kötü gözle bakılır…”
“Kızlar geç saatte, sokakta, tek başına çıkamaz…”
Bütün bu söylemler, yetişkin bir birey, bir kadın olana kadar, yasaklanarak, beynimizin hücrelerine kadar  yanlış  ilmeklerle  işlenir. Buna biz, öğrenilmiş çaresizlik diyoruz…
Halbuki çocuklarımız, kimlik ayır etmeksizin yetiştirilmeli.. Kız çocuğunu kimliği yüzünden tüm haklarından birey olarak mahrum edip, yok sayıp, erkek çocuğunun da önüne sonsuz hakları sunarsan, işte başlar çatışmalar. Erkek çocuk sanır ki, o, üstün kimliğe sahip! Çünkü aile, onu öyle işlemiştir... Şimdi elimizde canlı bir bomba var!
Çoğu şey, çocukluk döneminde  beyne kodlanır. Erkek zihniyeti yavaş yavaş oluşmaya başlar… Karşı cinsi zayıf görür ve her daim ezmeye çalışır… Küçük beyne böyle işlenmiştir! Son zamanlarda gün olmuyor ki kadına yönelik bir şiddet haberini duymamak! Hiç düşündünüz mü, şiddeti uygulayanın alt beyninde neler yatmakta?
Zordur yine de kadın olmak… Sürekli  var olma mücadelesi içerisindesiniz, kendinizi kanıtlamak zorundasınız; ama önce kendinize, sonra ailenize, çevrenize, topluma ve ülkenize… Ailenize, tüm bu yasaklara rağmen… Ben meslek sahibi bir iş kadınıyım; namusumla para kazanmaktayım, hiçbir erkeğe sırtımı dayamadan hem de… Çevrenize bakın, kadın başımla, eksik etek de olsam, saygın, dürüst bir çalışma hayatım var, ayaktayım! Bulunduğunuz  çalışma ortamı erkek egemense, vay halinize… İş temponuzu, onlardan kat kat üstün, başarılı bir şekilde tutmalısınız ki, kadın, olduğunuzun ezikliğini yaşamayasınız… Tabi diğer sorunumuz da mobbing!
Evet, Türkiye’de  kadın olmak zor zanaat!  Sokakta yürürken, dikkatli yürümelisin, kıvırtmadan, sağa-sola bakmadan, başını öğe eğilip yürümelisin ki, kimseyle göz göze gelip, yanlış anlaşılmayasın… Dolmuşta, işyerinde, yollarda, hatta ailenizde, yakın çevrenizde bile  cinsel istismarlara uğrarsanız, sesinizi çıkarmayacaksınız, yoksa, siz aranmış sayılıyorsunuz…
Toplum olarak yeri gelince kadın kutsal bir varlık kabul ederiz de, yine de doğurganlığı küfür kaynağı olarak savrulmasını da biliriz! Yeri gelince de ezilen, horlanan, aşağılanan, yok sayılan, okutulmayan, değer görmeyen, şiddet görmeyi hak etmiş varlıklar olarak bakarız. Yeri gelince de ekmek kapısı olarak bakılan, “Köle İsaura” gibi çalıştırılan, soyunun devamını sağlayan bir nesil makinesi olarak görürüz.

Bırakın bunları da, önce kadınınıza değer verin, önemseyin; dürüst olun, aldatmayın, güvende olduğunu hissettirin, hor görmeyin, sevgi-şefkatinizi esirgemeyin, onun da bir insan olduğunu hatırlayın; fiziksel gücünüzü onun üzerinde denemeyin… Kadına “gerçekten” değer verin!

Deniz Yıldızı

29 Haziran 2014 Pazar

EDEN BULUR

Hz. İsa Aleyhisselam, bir gün yolda yürürken bir gencin, ak sakallı, ihtiyar bir adamı tekmeleyerek sürüklediğini gördü. Hazreti İsa Aleyhisselam, ihtiyarın bu durumuna çok acır. Hemen koşarak onu kurtarmak ister. Fakat ihtiyar kendisine engel olur ve şöyle der:
- Lütfen dokunmayın, ne olur dokunmayın, beni tekmelesin.
Bu durum karşısında Hazreti İsa Aleyhisselam daha fazla merak ederek, sebebini sorar:
- Ben de zamanında babamı, burada, aynı şekilde tekmelemiştim. Bu genç benim oğlumdur.
Benim babama yaptığımın aynısını, şimdi öz oğlum bana yapıyor. Babama yaptıklarımın intikamını alıyor.
KAYNAK: GÜRAN, Kemal, Kendi Kendine Kur'an Okulu, Akit Gazetesi Yayını, s. 235

26 Haziran 2014 Perşembe

Tatil Anlayışımız ve Tatilin “Tatil”i

Eskiler uzun boylu tatile ihtiyaç duymazdı. Çünkü hayat sade, işler sakin, ruhlar dingin, kalpler rahat, vücut da dinçti. İnsanların ayrıca “boş” geçirecekleri öyle haftaları, ayları da pek bulunmazdı.
Geçtiğimiz ay gazetelerde, “Sağlıklı bir vücut için en az bir ay tatil yapmalı” biçiminde bir haber çıktı. Yani elini sıcaktan soğuğa sokmadan, bir ay boyunca gezerek tozarak, yürüyerek yüzerek, bir yerde “yan gelip yatarak” geçirmek.
Bizim zamanımızdaki ilk okuma kitabında, “Uyu, uyu, yat uyu!” ninnisine benzer bir yaklaşım sergileniyor: “Ye, iç, yat!” Bunun adına da tatil deniyor. Yani sizin anlayacağınız, “dişe dokunur” herhangi bir iş yapmadan bir ay süreyle boş boş, avare bir şekilde “zaman öldürme” eylemi.
Hatta kitap bile okumayacaksın. Çünkü kitap okursan başın ağrır, gözün yorulur, beynin sulanır. “Kafa dinlemek” için ne okuma, ne yazma, hatta ne düşünme, ne fikir üretme; açıkçası, “katıksız” ve net bir tatil yapmak.
Bir de nerede kalabalık varsa, nerede deniz varsa, insanlar hangi tatil bölgesine akın ediyorlarsa direksiyonu oraya kırmak, orada mekan tutmak, orada gününü gün etmek…
Oteller, moteller, sahiller, tatil köyleri ve çoğu yazlıklar insanın bu istek ve arzusunu karşılamak için kurulmuşlar. İsraf ve harcamalar için de her şey planlanmıştır.
Giderken uzun ve stresli bir yolculuk, gelirken aynı şekilde yorgun ve bitkin bir seyahat. Bunun için tatil dönüşü, dinleneceği yerde “kambur kambur üstüne” koymuştur. Bir de canını sıkan olaylar, moralini bozan görüntüler ve derdine dert katan tatsız sürprizler de eklenince tatil dinlenmeden çıkmış, atalet haline gelmiştir insan için. Tatile çıkacağına da, çıktığına da bin pişman olmuştur.
Tatil “hayat tarzı”na dönüştü
Altmışlı, yetmişli yıllarda bu şekildeki tatil anlayışı pek bilinmezdi. Kısmen şimdilerde de olduğu gibi, sadece Adana, Mersin, Antalya ve Muğla gibi yerlerde yaylaya çıkılır, yaz boyu orada geçirilirdi. Günümüzde ise yaz tatili ayrı, kış tatili ayrı, yurt dışı ayrı, okyanus aşırı tatiller ayrı oldu. Böylece tatil anlayışı bir “hayat tarzı”na dönüştü, bir felsefe haline geldi. Bir yıl öncesinden planlanır, programlanır, gündeme alınır bir şekle büründü.
Eski insanlar “vakt-i zamanında” nasıl tatil yapardı? Öğrenmek için öyle uzaklara gitmeye gerek yok; şayet hayatta iseler dedelerimize, babalarımıza sorsak bile öğrenmemiz mümkün.
Bilebildiğim kadarıyla eskiler böyle uzun boylu tatile ihtiyaç duymazdı. Çünkü hayat sade, işler sakin, ruhlar dingin, kalpler rahat, vücut da dinçti. İnsanların ayrıca “boş” geçirecekleri öyle haftaları, ayları da pek bulunmazdı.
Hem zaten insanın hayatında bir ay gibi koca bir zaman nasıl olur da boşa harcanabilirdi? Çiftçiyse bağında bostanında, tarlasında arazisinde; esnafsa işinde gücünde, ticaretinde kârında idi. Bir de şimdiki gibi “emekliler ordusu” da yoktu.
“Boş zaman” mefhumu eski kültürümüzde bilinmezdi; eski kültürümüzde derken İslâmi yaşantımızda… Çünkü saniyesine varıncaya kadar “zaman” kutsal bir değerdi. Öyle “haybeye” harcanacak bir kavram hiç değildi. Zaten tembel olan her devirde tembeldi. Onun için bir iş yapmamak, “iş” sayılırdı.
Çalışarak dinlenmek, iş değişikliğiyle istirahat etmek
Kur’ân’ın işaretiyle Cenab-ı Hak yüzyıl anlamında “Asr”a, tan yeri ve sabah anlamında “Fecr”e, birer zaman makinesi olan “Şems/Güneş”e ve “Kamer/Ay”a ve bunların ördüğü “leyl/gece”ye ve “nehar/gündüz”e yemin ederek, zamanın çok büyük bir nimet olduğunu hatırlatıyor, zamanı yerinde kullanmaya davet ediyor, vaktin nakit değerinde olduğunu bildiriyor. Vakitle nakit alabilirsiniz ama, nakitle hiçbir zaman vakit alamazsınız.
Hatta öyle ki, Kur’ân, bir işin peşinden bir başka iş yapmaya teşvik ediyor. İnşirah Suresindeki “Bir işi bitirince bir başkasına giriş” ifadesi, çalışarak dinlenmeyi, iş değişikliği yaparak istirahat etmeyi öğretiyor. Çünkü “Fıtratı müteheyyiç olan bir insanın rahatı sa’y ve cidaldedir.” Yani, yaratılışı gereği heyecanlı, hareketli ve yerinde duramayan bir insan ancak çalışarak, didinerek ve hayata karşı dinç kalarak rahat eder.
Cuma Suresinde ise, Cuma namazı için çağrıldığında işi gücü bırakılarak Allah’ın zikrine koşmamız emredilir. Fakat namaz biter bitmez de yeryüzüne dağılıp Allah’ın fazl u kereminden rızık temin etmeye yönlendirilir.
Ramazan ve Kurban Bayramları gibi dini tatil günlerinde ise bayramlaşma ve kurban ibadetleri eda edilir ki, boş gibi görünen bu zaman dilimleri bile en iyi ve en ideal biçimde değerlendirmeye tabi tutulur.
Gezi ve seyahatler gayesiz ve anlamsız olmamalı
Bunların yanında, insan yıl boyu hep ciddi, hep ağır ve hayati meselelerle ve konularla mı meşgul olmalı? Dinlenmeye ve eğlenceye hiç ihtiyacı yok mudur? Mutlaka vardır. İnsan kurulu makine değildir ki düğmesine basınca 24 saat durmadan çalışsın.
Kur’ân, gecenin insan için bir örtü, uykunun da bir dinlenme vasıtası olarak ihsan edildiğini bildirir. Sadece gece değil, öğle sonrası gibi gündüzün bir bölümü de “kaylule” adıyla ayrıca dinlenmek için bir uyku saatidir. Bundan dolayı günün üçte biri böyle bir istirahat maksadıyla kullanılır.
Bedenin dinlenmeye ihtiyacı olduğu gibi, duyguların ağırlık merkezi olan kalbin de rahata ve dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda Hazret-i Ali Efendimiz, “Kalplerinizi dinlendirin. Onlar da tıpkı bedenleriniz gibi yorulurlar” diyerek sıkıntıya ve strese karşı kalb istirahatını tavsiye eder.
Kur’ân, insanın yerinde sayıp durmasını istemiyor. Gezmesini, dolaşmasını, seyahat etmesini, yeni yeni yerler görmesini tavsiye ediyor. Fakat bu gezi ve seyahatler de gayesiz ve anlamsız değildir. Bu gayelerden birisi, yaratılış seyrini keşfetmek, diğeri de taşkınlık yapan eski kavimlerin acı akıbetlerini görerek ibret almaktır.
“De ki: Yeryüzünde gezin de, Allah’ın mahlukatı ilk önce nasıl yarattığını görün.” (Ankebût, 29:20)
“De ki: Yeryüzünde gezin de, daha öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bir bakın. Onların çoğu Allah’a ortak koşanlardı.”
Bütün bunlarla birlikte, pratikte yapılması gereken şey, tatili anlamak için biraz “tatil”i tatil ederek ataletten betaletten kurtulmak ve tatil fırsatını bir ganimet ve nimet olarak bilip kâra geçmektir.
Mehmed Paksu
Moral Dergisi

25 Haziran 2014 Çarşamba

Herkes bir gün ölecek, peki ya böyle ölmek? İşte birbirinden tuhaf 10 ölüm ve sebepleri

Kola Makinesi Yüzünden Ölen Talihsiz

Amerika'da 1995 yılında Bir Kola makinesinden bedava içecek almaya çalışan adam makineden fırlayan kutu kolanın kafasına isabet etmesi sonu hayatını kaybetti.

Kibarlık Yüzünden Ölen Talihsiz

Astronot biliminde çığır yaratan Tycho Brahe isimli Danimarkalı bilim adamı tuvalet gitmediği için ölmüştür. 16. yüzyılda yemek bitmeden sofradan kalkılması hoş karşılanmazdı. Tycho Brahe davetli olduğu bir şölene gitmeden tuvalete girmeyi unuttu. Yemekte içki fazla kaçıran bilim adamı tuvalet gitmek için izin isteyemeyecek kadar nazik olduğundan israr kesesi patlamıştır ve 11 gün acı çektikten sonra ölmüştür.

Elektrik Tellerine Takılıp Ölen Talihsiz

Arjantin Buenos Aires'te gerçekleşen ölüm olayında karısını öldürmeye çalışan adam karısını kaldıkları otelin 23. katında aşağıya atar. Kadın aşağı düşerken elektrik tellerine takılır. Karısının ölüp ölmediğinden emin olmak isteyen adam kendisinide aşağı atar, tellere tutunamaması sonucu yere çakılarak hayata veda eder.

Nefesini Tuttuğu İçin Ölen Talihsiz

1983 yılında Amerika'nın San Diego eyaletinde polisler tarafından hırsızlık yaparken yakalanan kadın eğer kendisini bırakmazlarda ölene kadar nefesini tutcağını söyledi. Polislerin bu isteği kabul etmesi sonucu kadın kendi nefesini tuttu ve morarak öldü.

Yere Düşen Silah İle Ölen Talihsiz

İtalya'da gerçekleşen bir ölüm olayında Pisa kentinde oturan Romollo Ribaldo isimli adam işsiz olduğu için intihar etmeye karar verir. 42 yaşındaki Romollo Ribaldo'ya eşi intihar etmemesi için dil döktü. İkna olan Romollo ağlamaya başladı ve elindeki silahı yere fırlattı ve kötü sürpriz_ Yere düşen silah ateş aldı ve silahtan çıkan kurşun Romollo'nun eşine isabet etti ve kadın öldü.

Bok Yoluna Giden Talihsiz

Amerika'da bir hayvanat bahçesinde görevli olan fil bakıcısı rutin temizliğini yaparken filin dışkısı altında kalarak can vermiştir.

Gelen Posta İle Ölen Talihsiz

Khay Rahnajet isimli Iraklı bir terörist içinde bomba düzeneği olan bir paketi posta ile suikast adresine gönderdi. Paketin üzerinde yeteri kadar pul olmadığı için posta servisi paketi geri postalar. Paketi alan acemi terörist pakete bomba düzeneği kurduğunu unutarak paketi açar, bombanın patlaması sonu parçalanarak ölür.

Korkudan Ölen Talihsiz

Eşine şaka yapmak isteyen Jake Fen isimli bir adam kendisini asmış süsü verir. Eve gelen eşi kocasının kendisini asığı görünce bayılır. Bu sırada kapıyı açık gören komşuları olan kadın içeri girer. Jake ve eşinin öldüğü zanneden kadın evi soymaya karar verir ve ne varsa toplar. Evden topladıkları ile dışarı çıkamak üzere olan kadına Jake tekme atar. Kadın cesedin canlandığını zannederek korkudan ölür.

Anlamsızca Ezilerek Ölen Talihsiz

New York'un işlek caddelerinin birinde bir otomobil yürüyen bir yaya hafifçe çarptı. Yaya tam yerden kalkacağı sırada yoldan geçen birisi kalkmazsa sigortadan yüklü miktarda para alabileceğini söyler. Yayada yola tekar yatar. Otomobil sürücüsü ise yayanın yerden kaltığını düşünerek gaza basar ve yaya otomobilin altında ezilere can verir.

Ailece Boğularak Ölen Talihsizler

Mısır'da bir çiftçilik yapan bir adam tavuklarından birinin Nil nehrine düştüğünü farkeder ve tavuğunu kurtarmak için nehre atlar. Fakat girdaba yakalanınca kıyıya dönemez ve yardım ister. Adamın yardımına yetişen oğlu başarılı olmaz ve o da girdaba kapılır. Baba oğul kurtarılmak için yardım istemeye başlarlar. Adamın karısı kızları ve diğer oğlu yardım etmek isterler fakat onlarda başarılı olmazlar. 6 kişilik aile boğularak can verir fakat tavuk kurtulur.

24 Haziran 2014 Salı

Disney karakterlerinin çocuklar üzerindeki etkisi

Bir nesli nasıl mı şekillendirdiler ?
- Tarzan neredeyse çıplaktı,
- Külkedisi eve gece on ikiden sonra gelirdi,
- Pinokyo yalan söylerdi,
- Batman arabasını 300 km. hızla sürerdi,
- Pamuk Prenses yedi herifle birlikte yaşardı,
- Temel Reisin ağzında pipo, kolunda dövme vardı,
Bugünki dizilere, çizgi filmlere bakarak gelecek nesili tahmin edin?


22 Haziran 2014 Pazar

Kaynana ile diyalog - Farklı bir perspektiften bakış

Yaşını başını almış iki eski arkadaş hanımefendi yolda karşılaşmışlar… Hal hatır sormuşlar…
Sıra çocuklarına gelmiş…

“Senin oğlan nasıl, evlendi mi?” diye sormuş biri,

“Evlendi” demiş öteki,

“Evlendi ama ah, sorma, öyle bir gelin çıktı ki, felâket!..

Sabahtan akşama çalışıyor, evde doğru dürüst yemek pişmiyor, yorgun olduğu zaman oğluma yemek pişirttiriyor.

Bazen sabah kahvaltısını bile oğlum hazırlıyor. Ne dikiş var, ne ütü. Bir kadın bulmuş, bütün işi ona yaptırtıyor.

Evde prensesler gibi oturuyor, oğlum için özel hiçbir şey yapmıyor, çok üzgünüm, çok…”

“Vah vah” demiş arkadaşı,

***“Peki kızın nasıl, o da evlendi mi?”…

“O da evlendi” demiş arkadaşı,

“Ama o çok mutlu, öyle iyi bir damadım var ki, kızımın elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor.

Kızım çalıştığı için çok yoruluyor, çoğu akşam, yemekleri beraber pişiriyorlar, hatta bazen damadım hazırlıyor.

İnanır mısın öyle iyi bir çocuk ki tatil günlerinde kahvaltısını kızımın yatağına götürüyor.

Bir kadın bulmuşlar, evin bütün işlerini o yapıyor, kızım evde hiç yorulmuyor, prensesler gibi oturuyor, kocası da ondan iş beklemiyor, çok memnunum, çok…”

Üzücü bir hikaye

Vietnam Savaşı sonrası… Evine dönmekte olan bir asker San Francisco’dan ailesini aradı: “Anne, baba eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.” “Memnuniyetle, O’nunla tanışmak isteriz”, diye cevapladılar.

Oğulları “Bilmeniz gereken bir şey daha var.” diyedevam etti. “Arkadaşım savaşta ağır yaralandı, bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve O’nun gelip bizimle kalmasını istiyorum.” “Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki O’nun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.”

“Hayır. Anne, baba O’nun bizimle kalmasını istiyorum.”

“Oğlum.” dedi babası. “Bizden ne istediğini bilmiyorsun. O’nun gibi özürlü biri bize korkunç yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.”

Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi O’ndan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco’ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Anne – baba oğullarını hemen tanıdılar yalnız bilmedikleri bir şeyi de öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı…

21 Haziran 2014 Cumartesi

Kur'ân-ı Kerimde Geçen Hz. Eyüp Peygamber'in Kıssası

Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçeçoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi.

Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:

“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”

Oysa Allah, kulu Eyüp’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.

Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:

“–Nedir bu başına gelenler…!” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:

“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi?” diyordu.

Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.

Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.

Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.

Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Hastalığının şiddetlendiği bir anda:

“Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”

Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:

“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.



ÇOK KORKUNÇ! Anneliese Michel (Emily Rose) filminin gercek hikayesi ve resimleri



1952 doğumlu Anneliese'in mutlu yaşamı; 1968 yılında bir gece, kendini kontrol edemediği bir şekilde kasılırken bulduğunda tamamıyla değişir. Psikiyatristler sürekli devam eden bu olağan üstü 
1970-75 yılları arasında ataklar sıklaşır ve Anneliese gündelik yaşamında da şeytani görüntüler ve hayaller görmeye başlar. Aynı zamanda koyu katoliktir ve bir süre sonra ruhuna şeytan girdiğine inanmaya başlar. İblislerin kendisine emirler verdiğini doktorlara anlattığında doktorların ve verdikleri ilaçların kendisine yardımcı olamayacağını anlar.krizlere "epilepsi" teşhisi koyarlar.


1975 Eylül- 1976 Temmuz ayları arasında "şeytan çıkarma" seansları haftada 1 ya da 2 kez olmak üzere gerçekleştirilir. Bu arada Anneliese hiç bilmediği bir dilde konuşmaya başlamıştır. Kesinlikle yemek yemez iblislerin buna izin vermediğini düşünür. ilac ile uyutulup yiyecek verilebilmektedir.. aliesinin evinde kalan annaliese kriz anlarında bağırmaya başlayıp evin içinde çırıl çıplak koşturmakta kendi çişini içmekte örümcek ve dışkı yemekte anlaşılmayan lisanlarda ve ses tonlarında konuşmakta yer yer kendine zarar vermekteydi.. bazı durumlarda 2 ya da 3 erkek güçlükle zapt etmeye başlamıştı... bu arada seanslar devam ediyordu.. haliyle psikolojisi de iyice kötüleşmişti.. duvarın karşısında günde 600-700 defa arka arakaya diz çöküp kalkıyordu ki bu yüzden dizleri parçalanmıştı..
rahipler bu ara seansları hep kaydettiler.... son seans 30 haziran 1976'da oldu.. daha sonra...
Ataklar azalmaz. Hatta zaman zaman kısmi felç geçirir. Daha öncekilere oranla daha kendini bilmez şekildedir. Medikal tedaviye son verilmiştir. Seansların detaylarını saklamak amacıyla seanslar ses kasetlerine kaydedilmiştir. yaklaşık 40 ses kaseti dolmuştu…

Son "şeytan çıkarma ayini" ("The Great Exorcism")30 Haziran 1976'da gerçekleşmiştir. Bu sırada Anneliese zatüreeye yakalanmıştır. Vücudu tamamıyle halsiz kalmıştır. Ayinler sırasında obsesif şekilde yaptığı hareketleri bile yapamaz durumda bulur kendini. Annesi Anna Michel kızının ölümünü ertesi gün 01 Temmuz 1976'da kaydeder. 1 temmuz öğle vakti anna son nefesini verir.Otoritelere haber verilir ve savcı hemen konuyu soruşturmaya başlar.

Annelise Michel. 
1952-1976 yılları arasında Almanyada yaşamış olan bu genç kız kilise görevlerini düzenli yerine getiren bir katoliktir. Hikayenin devamı hepinizin bildiği gibi İçine şeytan girdiğini düşünmüş işe yaramayan psikiyatrik tedavilerden sonra tedavileri bırakıp kendini rahibe teslim etmiş ve uzun süre şeytan çıkarma ayinlerine devam etmiştir. Ölmeden önceki gün ertesi gün öleceğini ama önemli olmadığını artık huzur bulduğunu söylemiştir. 
Rahibe karşı ilaçları bıraktırması sebebiyle ölümüne sebebiyet verdiği gerekçesiyle dava açılmıştır. 
Gerçekleştirilen ayinlerin çoğu kayıt altına alınmıştır. Bu kayıtlarda Anneliese in çıkardığı sesler inanılmazdır. Aynı anda 7 den fazla farklı sesi çıkarabilmekte hiç bilmediği dillerde konuşabilmektedir. psikiyatrik rahatsızlıklarda hasta kriz anında yaptıklarını hatırlayamazken Anneliese olanları kriz bittiğinde en ince ayrıntısına kadar hatırlıyabilmektedir. Durumu ilerlediğinde yalnızca böcek yemeye başlamıştır 

"Biliyorum ki doğru şeyi yaptık çünkü ellerinde İsa'nın işaretini gördüm. Stigmatalar oluşuyordu bu Tanrı'dan şeytanları kovalım diye bir işaretti. Anneliese diğer kayıp ruhları kurtarmak için öldü onların günahlarının kefaretini ödemek için." 

Soru : Anneliese'de ne zaman garip belirtiler ortaya çıkmaya başladı? 
1968 yılında 17 yaşında hala lisedeyken Anneliese geçirdiği kovülsüyonlardan (kasların kasılması) dolayı acı çekmeye başladı. Mahkeme kayıtlarına göre Anneliese'in ilk epileptik nöbeti 1969'da gerçekleşti. Wurzburg Psikiyatri Kliniğinden bir nöroloji uzmanı Anneliese'e "Grand Mal" epilepsi teşhisi koydu. (Bilinç kaybı falan filan kaynaklı hastalıkmış) Bir süre sonra Anneliese ibadet sırasında (dua okurken) şeytanla alakalı kötücül halisinasyonlar görmeye başladı. Ayrıca lanetlendiğini söyleyen sesler de duyuyordu. Yine mahkeme kayıtlarına göre 1973'te Anneliese depresyona girdi ve intiharın eşiğine geldi. 1975 yılında Anneliese'in ele geçirilmiş olduğu kanısına varıldı ve ailesi doktorlardan yardım almayı reddetti. Bunun yerine sadece şeytan çıkarma ayinlerine odaklandılar. Ama Anneliese'in belirtileri şizofreniyle karşılaştırılmış ve tedaviye cevap verebilme olasılığı varmış …
Soru : Anneliese'i ilk kim ele geçirilmiş diye teşhis etti? 
İlk doğrulanmamış teşhisler Anneliese'i kiliseye (muhtemelen kilise tarz bir yere) götüren yaşlı bir kadın tarafından yapıldı. Anneliese İsa'nın resimleri önünden geçmekten çekiniyor kutsal sudan içmeyi reddediyordu. Ayrıca kadın Anneliese'in berbat korktuğunu da söylüyordu. Yakın bir kasabadan bir exorcist (dua okuyarak kötü ruhları kovan kişi) Anneliese'in şeytani bir şekilde ele geçirildiğini açıkladı. İlk iki talepleri reddedilse de sonunda şeytan çıkarma ayin talepleri Başpapaz tarafından kabul edildi. 


Soru : Anneliese Michel gerçekten filmdeki gibi (Emily Rose'dan bahsediyor) kötü ruhların yüzlerini gördü mü? 
The Washington Post gazetesine göre Anneliese etrafındaki insanların ve diğer şeylerin üzerinde şeytani ruhların yüzlerini görmeye başlamıştı. 

Soru : Anneliese hangi şeytani ruhlar tarafından ele geçirilmişti? 
Anneliese içlerinde Lucifer Judas Iscariot Nero Cain Hitler ve Fleischmann'ın da olduğu bir kaç ruh tarafından ele geçirilmişti Frankish Papazı'na göre. Ayrıca Anneliese'in belirttiğine göre başka bir kaç lanetlenmiş ruh da kendini Anneliese'e göstermişti.


Soru : Anneliese Michel'in ölümünde kimler suçlu bulundu? 
2005'teki The Exorcism of Emily Rose filmindekinin aksine sadece bir kişi değil dört kişi suçlu bulunmuştu. (İhmalden dolayı ölüme sebep olmak suçundan) Peder Arnold Renz Papaz Ernst Alt ve Anneliese'in annesi ve babası. Dördüde altı ay hapis cezasına ve üçer yıl gözaltı cezasına çarptırıldılar.
Soru : Anneliese'in 1973'teki The Exorcist filminden etkilenme (aslında taklit etme) ihtimali var mı? 
1974'te The Exorcist filminin gösteriminden 2 yıl sonra Anneliese'in kaydedilmiş seslerindeki havlama hırlama ve kendi vahşi sesi her ne kadar filmdeki Linda Blair'ın çıkardığı seslerle benzerlik gösterse de daha soğuktu. Bunun nedenini ise bazılarıAnneliese'in basitçe filmden gördüklerini taklit etmesine bağladılar (tabi Anneliese filmi izlediyse...) Avrupalı bazı psikiyatristler filmin gösterildiği dönem sonrasında bu gibi taklitlerin hastalar arasında çoğaldığını söylemişlerdir. 

Soru : Anneliese'in başka anormal davranışları nelerdi? 
Anneliese kendi idrarını yerde yalamak gibi sinek örümcek kömür yemek gibi aşırı derecede rahatsız edici davranışlar sergiliyordu. Bunlardan bir diğeri de ölü bir kuşun kafasını ısırıp koparmaktı. Bir keresinde ise tam 2 gün boyunca bir masanın altında köpek gibi havlamıştı. Çoğunlukla saatlerce çığlık atıyordu. Ama en geneli elbiselerini parçalayıp yere işemesiydi. 



Soru : Şeytan çıkarma ayinleri Anneliese'e fiziksel zarar verdi mi? 
Evet. Anneliese 10 ay boyunca 67 kez şeytan çıkarma ayinine maruz kaldı. Bu ayinler sırasında 600 kez diz çökmesinden dolayı dizlerindeki bağlar koptu. Ölümünden bir hafta önce son ayininde o kadar zayıf ve halsizdi ki bu hareketleri ebeveynlerinin yardımıyla anca yapabildi. 

Soru :Bu ayinler sırasında yanlarında bir doktor var mıydı? 
Hayır. Paskalya Bayramı sırasında ölen Anneliese yeme ve içmeyi reddetmeye başlamıştı. Hiç bir doktor çağırılmadı. Bilirkişilerin açıklamasına göre eğer bu 4 insan (peder rahip anne ve babası) Anneliese'i yemeye ve içmeye zorlasalar Anneliese hala yaşıyor olabilirdi. Ayrıca Anneliese'in kız kardeşlerinden birinin mahkemedeki açıklamasına göre bütün bu denemeler boyunca Anneliese ilaç almamak ve yemek yemeye zorlanmamak için hastaneye gitmeyi istememişti.


Soru : Peki Anneliese Michel neden yemek yemeyi reddetti? 
Anneliese kendini yemek yememe açısından bayağı zorlamıştı çünkü böylece şeytanın etkisinden kurtaracağını düşünmüştü. Öldüğünde sadece 33 kiloydu. Ayrıca ölümüyle dikbaşlı inatçı gençliğin ve modern kilisenin dönek rahiplerinin günahlarından arınacağını söylemişti.

Soru : Anneliese teknik olarak neyden öldü? 
Otopsi kayıtlarına göre 1 Temmuz 1976'da Anneliese Michel şiddetli susuzluk ve gıda eksikliğine dayanamayarak öldü. Öldüğüde zatüree ve yüksek ateşten dolayı da acı çekiyordu. Öldükten sonra gayrimeşru olan kardeşinin yanına gömüldü. Gömüldükleri bu kısım mezarlığın hemen dışında (yerde) gayrimeşru çocuklar ve intihar edenler için ayrılmış bir bölgeydi.
Soru : Anneliese'in son sözleri nelerdi? 
Halsiz ve ölüm döşeğindeyken Anneliese son sözlerini ölmeden önceki gün söyledi. Şeytan çıkarma ayinini yapanlara : "Kurtuluş için dua edin" dedi. Annesine ise "Anne korkuyorum" dedi. 

Soru : Anneliese kötü ruhlar tarafından ele geçirilmeden önce dindar biri miydi? 
Evet. Anneliese ve üç kızkardeşi sıkı bir Katolik aileden geliyordu. Babaları ise (Josef) Papaz olarak yetiştirilmiş teyzeleri ise rahibeydi .Anneliese doğmadan 4 yıl önce annesi gayrimeşru bir çocuk dünyaya getirmişti. Ve sonuç olarak da bu utanç verici durumdan ötürü düğününde siyah bir duvak giymeye zorlandı. Anneliese çocukken annesi onu (muhtemelen gayrimeşru kardeşinden bahsediyor) bu gayrimeşruluk damgasının günahlarından kurtulma amacıyla dine olan bağlılığını sağlamak için cesaretlendirdi. Anneliese'in kardeşi Martha 8 yaşındayken böbreğinde oluşan bir tümorü alma operasyonu sırasında öldü. Ve bu sadece Anneliese'in annesinin kefaretini ödeme arzusunu arttırmıştı. Anneliese ileriki yıllarda başkalarının günahlarından dolayı acı çekmeye devam etti. Genç bir kızken yoldan çıkmış rahiplerinden uyuşturucu bağımlılarından gördüğü gibi onların günahları bağışlansın diye taş bir zemin üzeride uyurdu. Üniversite yıllarında odasındaki duvarlara azizlerin fotoğraflarını asa odanın kapısına yakın bir yerde kutsal su bulundurur ve düzenli olarak Rosary'e dua ederdi. Bu zamanlarda olduğu gibi ölümü sırasında dahi hala yoldan çıkmış gençliğin ve rahiplerin günahlarının arındırılmasından söz etmiştir. 


Soru : Okudum ki Anneliese Michel öldükten sonra mezardan çıkmış bu doğru mu? 
Evet. 25 şubat 1978'de Anneliese'in ölümünden 2 yıl sonra Anneliese'in ölü bedeni mezarı kazıp dışarı çıkmış ve yanındaki tenekeyle çizilmiş yeni meşe ağacından yapılmış tabuta gitmiştir. İddaya göre Anneliese'in bedenin tabuttan çıkma sebebi içinde olduğu tabutun çok eski ve kötü olması. Zaten ailesinin de arzusu Anneliese'i oradan çıkarmakmış. Ayrıca bir rahibenin gördüğü düşe göre Anneliese'in bedeni bozulmamış. Ama doğrulanmış raporlara göre Anneliese'in bedeni doğal bir şekilde (ölümünden dolayı) bozulmuş. Anneliese'in mezardan çıkmış (yada çıkarılmış) fotoğrafları hiçbir zaman gösterilmemiş. Ve ailesinin de bu olaya tanıklık etmesine izin verilmemiş. Yine de Anneliese'in evlerinden belirli bir uzaklıkta olan mezarı yatak odasından görülebiliyormuş. Bir de annesi hala orada yaşıyormuş. 

Bavyera`da bir köyde doğan ve bir Katolik olarak yetiştirilen Anneliese Michel`in hikayesi. Anneliese Michel 18 yaşında sara nöbetleri geçirmeye ve korkutucu halüsinasyonlar görmeye başlamış. Sorunun nörolojik değil de doğaüstü kaynaklı olduğuna ikna olan ailesi tıptan ümidi kesip kiliseye başvurunca Katolik kilisesinden onaylı şeytan çıkarma ayinleri düzenlenmiş. Ne var ki bu öykü Anneliese Michel`in 23 yaşında ölümüyle sonlanmış. Ve genç kızın ölümünde sorumlulukları olduğu düşüncesiyle ailesi ve rahipler aleyhine dava açılmış.

Annaliese Mitchel’in nasıl öldüğü bugün hala gizemini koruyor…dosyası kapanmıştır…kilise yine dönekliğini yapmış…kızın bedenine giren şeytanı yada cini çıkarmak için yaklaşık bir yıl boyunca ayinler yapmasına rağmen kız öldükten sonra bedenine cin falan girmediğini söylemiştir…o zaman derler lan pis papaz o ki kızın bedenine cin girmemiş ne diye uğraşıyorsun..yada tedavi olmasını engelleyip ölümüne neden oluyorsun (zaten üstü kapalı demişler-6 ay kaktırmşlar)….Anneliese’nin ölümündeki sır perdesi zaten kilisenin fazla suçlanmaması ve üzerine fazla gidilmemesi içinde pek kurcalanmadığı açıktır….anneliese nin yakalandığı epilepsiden ölmesi imkansızdır…çıldırmıştır..nedeni belli olmayan bi şekilde aniden bi gece aklını kaybetmiştir…sonra bu ruh halinden yaklaşık 8 yıl boyunca çıkamamış asla normal ve sakin bir hal sergilememiştir…bu durumu bedeninin zayıf düşmesine ve o anda yakalandığı zatüreenin etkisiyle ölümüne neden olduğu düşünülmüştür…ama onu bu duruma getiren neden gizemini koruyor….