Evet, zordur kadın olmak… Hele ki, ülkemizde.. Daha doğarken, yaşama “merhaba” derken başlar, ilk adımımızı atmadan… Kimliğimiz pembedir ya; bu demektir ki, kıyafetimiz, yatağımız, örtümüz, perdemiz, hatta gelecek hediyelerimizin de çoğunun rengi belli… Babamızın rengi de pembe olursa, görülmeye değerdir, yüz şekillerinden ne kadar mutlu oldukları, özellikle de, erkek torun beklentisi içerisinde olan kayınvalidenizin…
Hâlbuki bilmiyorlardı, beni daha doğarken bile şekillendirmeye başladıklarını.. . Suçlamıyorum onları… Çünkü onlar da kendi yaşantılarından dolayı hareket etmişler… Doğar doğmaz, cinsel kimliğimizin rolleri dağıtılmıştır, başrol oyuncuları tarafından…
”Kız çocuğusun, sokakta top oynanmaz,erkekler oynar…”
“Kızlar, annesine ev işlerinde yardım eder, bakkala, ekmek almaya, erkekler gider…”
“Kızlar, okumasa da olur ya da ilkokulu bitirsin yeter; nasıl olsa, onlara bakacak bir koca bulunur…“
“Kızlar gülmez, hele kahkaha hiç atamaz; çevreden, kötü gözle bakılır…”
“Kızlar geç saatte, sokakta, tek başına çıkamaz…”
Bütün bu söylemler, yetişkin bir birey, bir kadın olana kadar, yasaklanarak, beynimizin hücrelerine kadar yanlış ilmeklerle işlenir. Buna biz, öğrenilmiş çaresizlik diyoruz…
Halbuki çocuklarımız, kimlik ayır etmeksizin yetiştirilmeli.. Kız çocuğunu kimliği yüzünden tüm haklarından birey olarak mahrum edip, yok sayıp, erkek çocuğunun da önüne sonsuz hakları sunarsan, işte başlar çatışmalar. Erkek çocuk sanır ki, o, üstün kimliğe sahip! Çünkü aile, onu öyle işlemiştir... Şimdi elimizde canlı bir bomba var!
Çoğu şey, çocukluk döneminde beyne kodlanır. Erkek zihniyeti yavaş yavaş oluşmaya başlar… Karşı cinsi zayıf görür ve her daim ezmeye çalışır… Küçük beyne böyle işlenmiştir! Son zamanlarda gün olmuyor ki kadına yönelik bir şiddet haberini duymamak! Hiç düşündünüz mü, şiddeti uygulayanın alt beyninde neler yatmakta?
Zordur yine de kadın olmak… Sürekli var olma mücadelesi içerisindesiniz, kendinizi kanıtlamak zorundasınız; ama önce kendinize, sonra ailenize, çevrenize, topluma ve ülkenize… Ailenize, tüm bu yasaklara rağmen… Ben meslek sahibi bir iş kadınıyım; namusumla para kazanmaktayım, hiçbir erkeğe sırtımı dayamadan hem de… Çevrenize bakın, kadın başımla, eksik etek de olsam, saygın, dürüst bir çalışma hayatım var, ayaktayım! Bulunduğunuz çalışma ortamı erkek egemense, vay halinize… İş temponuzu, onlardan kat kat üstün, başarılı bir şekilde tutmalısınız ki, kadın, olduğunuzun ezikliğini yaşamayasınız… Tabi diğer sorunumuz da mobbing!
Evet, Türkiye’de kadın olmak zor zanaat! Sokakta yürürken, dikkatli yürümelisin, kıvırtmadan, sağa-sola bakmadan, başını öğe eğilip yürümelisin ki, kimseyle göz göze gelip, yanlış anlaşılmayasın… Dolmuşta, işyerinde, yollarda, hatta ailenizde, yakın çevrenizde bile cinsel istismarlara uğrarsanız, sesinizi çıkarmayacaksınız, yoksa, siz aranmış sayılıyorsunuz…
Toplum olarak yeri gelince kadın kutsal bir varlık kabul ederiz de, yine de doğurganlığı küfür kaynağı olarak savrulmasını da biliriz! Yeri gelince de ezilen, horlanan, aşağılanan, yok sayılan, okutulmayan, değer görmeyen, şiddet görmeyi hak etmiş varlıklar olarak bakarız. Yeri gelince de ekmek kapısı olarak bakılan, “Köle İsaura” gibi çalıştırılan, soyunun devamını sağlayan bir nesil makinesi olarak görürüz.
Bırakın bunları da, önce kadınınıza değer verin, önemseyin; dürüst olun, aldatmayın, güvende olduğunu hissettirin, hor görmeyin, sevgi-şefkatinizi esirgemeyin, onun da bir insan olduğunu hatırlayın; fiziksel gücünüzü onun üzerinde denemeyin… Kadına “gerçekten” değer verin!
Deniz Yıldızı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder