18 Şubat 2003, Dört aydan bu yana, İzmit'teki yeni evimizdeyiz. Hemen karşımızda, Koca Sinan'ın Yeni Cuma Camisi yükseliyor. O gece sabah namazına, ezanlar henüz okunmadan kalkıyorum. Daha sonra da, eşimi ve kızlarımı uyandıracağım. Saate bakıyorum. Beşe çeyrek var. Kaloriferlerimiz, iki gündür yetersiz yandığı ve oda sıcaklıkları da on sekiz derecenin altına indiği için, hafifçe üşüyorum. Niyetim, namazı bir an önce kılıp yatmak ve o gün gelecek olan tamircilerle ilgilenmek.
Yataktan kalktığımda, sol tarafımın ve özellikle de sol kolumun, sanki yerinden çıkmış gibi ağrıdığını fark ediyorum. "İçerisinin biraz soğuması bile bana yetti" diye düşünürken, dışarıdan bir sesler duyuyorum. Ezanların okunması o anda mümkün değil. Nefesimi tutarak dinliyorum bu sesi. Bir kadın türkü söylüyor, hem de neşeyle...
Yatak odamız, yolun hemen karşısındaki "Rumeli çorbacısı”na bakıyor. Sabah akşam açık olan bir yer burası. Özellikle işkembe çorbası ve paçası ile meşhur. Dükkanın bodrum katı, yemek hazırlama ve pişirme işlemine ayrılmış. Ve buradaki fırınlardan yükselen buhar, dükkanın giriş kapısının hemen dışına, yani yaya kaldırımına yapılan bir bacaya verilmiş. Yerden elli santim yükselikteki bacadan çıkan et kokuları, insanları içeri çağırıyor.
Rumeli Çorbacısı, yanındaki binalara göre bir metre geri çekildiği için, o binalarla birlikte sahne girintisine benzeyen bir yapı oluşturmuş. Sesini duyduğum kadın da, konserine işte burada çıkmış.
Kadın, belli ki garip. Üzerinde sadece bir hırka var. Altında da, artık işe yaramadığı anlaşılan yeşil bir okul eteği. Oysa ki meteorolojiye göre, o geceki sıcaklık, eksi birle eksi üç derece arasında.
Hemen kızımı uyandırıyorum. Onun odası da aynı yere bakıyor. Perdeyi aralayıp konseri dinliyoruz.
Kadıncağız, birkaç dakika süreyle yemek yiyen insanları seyrettikten sonra, arkasını onlara, yüzünü de bize dönerek hareketli bir türkü tutturuyor ve bu arada neşe ile oynuyor. Sesi oldukça güzel. Binamızın cephesinde yankılanıyor.
Kadın, her türküden sonra bir müddet dinleniyor. Ve bu arada soğuktan morarmış ellerini, sıcak yemek buharlarının çıktığı bacada ısıtarak vücuduna sürüyor. Bundan sonra yaptığı şeyler aynı. Lokantadaki insanları bir süre seyrettikten sonra, repertuarındaki başka bir türküyü seslendirip oynamak.
Kadıncağızın, bizim ölçülerimize göre tam akıllı olmadığı bir gerçek. Ama bizden daha mutlu olduğu da elbette. Rabbimizin bize bu olayı, kaloriferlerimizin biraz az yandığı günler içinde göstermesi de, tesadüf değil elbet. Bizler, sıcacık odalarımızda bile halimizden şikayet edebilirken, o kadının incecik hırkasıyla buzlu bir kaldırım üstünde şarkı söyleyip oynaması, nasıl bir iş ki?
Mizandan sonra, Cennet ya da Cehenneme sevk edileceğimiz sırada, acaba bir çok insan, aklı yerinde olmadığı için yaptıklarından sorumlu tutulmayan ve bir çok akıllıdan daha mutlu yaşayan o gariplerin, kendilerinden daha şanslı olduğunu düşünmeyecek mi?
Kadının ısınma çabalarını gördüğünde, kızım ona kabanını hediye etmek için harekete geçiyor. Ben de, bu kabanı ona vereceğim sırada neler söylemem gerektiğini düşünüyorum. Ama tam bu sırada, üst katlarımızdan birinin penceresi açılıyor ve öfkeli bir erkek sesi, uykusunu böldüğü gerekçesiyle kadını azarlıyor. Dükkandan çıkan bir garsonda onu kovuyor.
Kadıncağız, üstü kapalı sahnesinden ve morarmış ellerini ısıtan bacasından uzaklaştırıldığı için mahzun olmuştur belki. Ama bana göre, yüreğini ısıtan konserini bölmeden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder