Bir aile faciası.
Yaşlı babasına artık ihtiyacı kalmadığını düşünen, hatta onu sırtında bir kambur olarak gören bir baba, daha sonraları çocuklarına ballandıra ballandıra anlatacağı bir şekilde onu evden kovar.
Dedenin kendisini savunacak gücü yoktur. Bir ayakbağı olarak görülmekte ve çocuklara kötü örnek olması istenmemektedir. Dededen kalma bütün izler evden silinir, sadece evin müzelik bölümündeki albümlerde birkaç fotoğrafının kalmasına izin verilir. Çaresizlik içinde kıvranan dede üzüntüsünden kahrolur ve eskiden sahip olduğu bir parça kuvveti de yitirerek kötürümleşir.
Dededen kurtulan baba özgürlüğün tadını çıkarma hevesindedir. Önünde, bilgisini ve servetini sonsuza dek büyütecek bir gelecek görmektedir. İstediği yere yerleşir, istediği işi yapar, arzuları doğrultusunda yer ve içer. Arada bir çocuklarını bir araya toplayıp, dedenin ne kadar zayıf ve dar kafalı, kendisinin ise ne kadar güçlü ve akıllı olduğunu anlatmayı da ihmal etmez.
Ne var ki, babasız bir babayla büyüyen çocuklar, zamanla kendi babalarını bir ayakbağı ve kötü bir örnek olarak görmeye başlarlar. Babalarının dedelerini kovmasına benzer bir şekilde onlar da babalarını terketmeye hazırlanırlar. Babalarının özgürlük ve akıl dediği şeyler onlara yetmez olmuştur. Ne yapmaları gerektiğini gidip dededen sormayı bile düşünürler. Ancak dededen de tam bir cevap alamazlar. Dede iyice bunamıştır. Bunamamış olsa bile babaya karşı yenik düşmüş bir dedeye fazla bel bağlanabileceği şüphelidir. Böylece kendi başlarının çaresine bakmak durumunda kalırlar: Ne ileri, ne de geri gidilebilen bir noktada…
Çocuklar iyi eğitilmiş oldukları için babanın öne sürdüğü bütün iddiaları ve bilgileri temelden sarsarlar. Yaşadıkları halden babayı sorumlu tutup onu kıyasıya suçlarlar. Artık babalarından ayrılacaklardır ama bir farkla: çocuk sahibi olma cesaretinden yoksun olarak. Bundan böyle onlar, babasız bir babanın çocuksuz çocukları olacaklardır.
Biriktirdiği onca bilgi ve servetin sahipsiz kalacağını gören baba, yoksul komşularının çalışkan ve zeki çocuklarını evlat edinmekten başka çıkar yol bulamaz. Yaptı anlaşmada, bu çocukların öz ebeveynlerini tamam inkar ederek, kendisini gerçek babaları olarak tanımalarını şart koşar. Böylece baba, birçok aileyi parçalamak ve yıkmak pahasına bilgisinin ve malının ömrü bir süre daha uzatır.
Ellerinden evlatlarını alamadığı bazı yoksul komşularına hased ve düşmanlık ile bakan baba, onca bilgisine ve gücüne rağmen bunu nasıl başaramadığını bir türlü çözemez. Çocuklarından küskün, evlatlıklarına karşı ise kuşkulu bir şekilde ömrünün son yıllarını geçirmek zorunda kalır ve ıssız bir adada kendisi için hazırlattığı mezar taşının üstüne şu cümleyi kazıtır: “Keşke taş olsaydım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder