Tek tip ve endüstriyel gıdalarla beslenme modeli olan Fast Food’a karşı 1980′li yılların sonunda başlayan Slow-Food hareketinin özü başlıktaki sihirli sözcüklerden oluşuyor. İyi, temiz ve adil gıda. İtalya’da Carlo Petrini’nin başlattığı hareket hızla dünyaya yayıldı. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, 7.2 milyar insandan yaklaşık 1 milyarı aç yaşarken, diğer tarafta çok yemek yiyenlerin oluşturduğu ciddi boyutlarda obezite sorunu var. Çok yiyenlerin kilo vermek için büyük paralar harcadığını, gıdaların çok önemli bir bölümünün çöpe gittiğini düşünürseniz iyi, temiz ve adil gıdanın ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılıyor. Böylesine acımasız ve insanlık için utanç verici tablo karşısında tarıma ve gıdaya, üretici ile tüketici ilişkisine bakış büyük önem kazanıyor. Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinde 19-22 Haziran’da yapılan Slow Food Terra Madre Balkanlar Toplantısı’nda tarıma ve gıdaya farklı bakışın tanığı olduk. Nedir o farklı bakış? Slow Food’un kurucusu Carlo Petrini’nin konuşmasından bu bakış açısını şöyle özetleyebiliriz:Carlo Petrini
- İçinde bulunduğumuz gıda sistemi suçlu ve kriminal bir sistemdir. Çünkü insanların değil, şirketlerin yararını düşünür.
- Binlerce yıllık köy yaşamını, sadece 300 yıllık bir geçmişi olan endüstriyel tarım anlayışı ile değiştirmek istiyorlar. Bize yıllarca kapitalist ekonomi sisteminin köylere yerleştirmenin geleceğimizi kurtaracağı söylendi. Oysa bu sistemle dünyada toprak verimliliği hızla kayboluyor. Sürekli daha çok kimyasal kullanılmasını teşvik eden sistem, toprakları kimyasallara bağımlı hale getirdi. Gençliğin görevi toprağın biyolojik yaşamını iade etmek olmalı.
- Avrupa’da bitkisel üretimin, biyolojik üretimin yüzde 30′u süpermarket “estetiğine” uymadığı için komposta, çöpe gidiyor. Bu faşist bir yaklaşım. Yalnızca güzel insanların yaşama izni olduğunu düşünün. Bu nedenle bu gıda sistemi kriminaldir ve mutlaka değişmelidir.
- Hayvancılıkta da durum farklı değil. Çiftçi litresi 30 sente süt satıyor. Bu sütün tüm yağı alınıyor ve güçsüz süt kartona konularak 1 euroya satılıyor. Vitamin isterseniz o zaman omega3 eklenip kutuya konulan sütü1.2 euroya satın almak zorundasınız. Daha önce günde 12 litre süt veren ineklerin sütünden peynir yapılıyordu. Bugün 12 litre süt veren inekten litresi 30 sente satarsanız nasıl para kazanacaksınız? Hesap belli. Hollanda ineği şart oldu. Çünkü günde 40 litre süt veriyor. Günde 12 litre süt alan nasıl yaşayacak? Bunun için bu kriminal sistemde neleri kaybettiğimizi görmeliyiz.
- Bugünkü kapitalist sistemde gıda ve tarım sistemi, çevre ekonomisi değil, kaos ve yok etme ekonomisi üzerine kurulu. Bu sistemin geleceği yok. Bizim geleceğimiz biyoçeşitlilikte. Nereden olursanız olun, nerede yaşıyorsanız yaşayın, mutlaka geleneksel yerel tohumlara, risk altındaki türlere sahip çıkın. Biyoçeşitlilik biterse insanlar için yaşam biter. Artık bir tek hayvan türü veya bir tek tohum çeşidini, bitki türünü, kaybetme lüksümüz yok. Teknolojiyi yadsımadan ondan yararlanarak biyoçeşitliliği, kültürel mirası, geleneksel üretimi ve yerinde üretimi, aile çiftçiliğini korumak ve yaşatmak zorundayız.
- Slow Food hareketi bir parti değil, bir siyasi akım değil. Ama politikacıları eğitmemiz onları dünyanın değerlerine sahip çıkmaları için bilgilendirmemiz gerekiyor. Bunun için iletişim kanallarını çok iyi kullanmalıyız. Çünkü biz farklı bir şey öneriyoruz. Gıda konusunda iyi bir sistem olmasını istiyoruz.
- Biz geleneksel tarımı, yerel üretimi neden istiyoruz? Tohumların, hayvan türlerinin ve genel olarak biyoçeşitliliği neden korumak istiyoruz? Bu ürünleri müzede sergilemek için değil. Biz gerçek ekonomi istiyoruz. Gerçek ekonomide üreticinin, köylünün para kazanması gerekir. Sürdürülebilirlik budur. Bir kolaya ne kadar ödüyorsunuz, bir üreticinin ürününe ne ödüyorsunuz bunu hiç düşündünüz mü? Kolanın fiyatı patatesten 40 kat daha pahalı.
- Gıda sağlığı, gıda güvenliği kavramları önemini kaybetti. Bunu yeniden sağlamamız gerekiyor. Bunun için gıdaların gerçek değerinin ne olduğunu, gıdayı üreten insanların emeğini, geleneklerini, kültürü ve tarihi iyi anlatmamız gerekiyor. Bir ürünün gerçek değeri verilirse üretim sürer. Biz hiper hijyenik şartlardan korkmuyoruz. Geleneksel ürünler binlerce yıldır üretiliyor. Bunun getirdiği büyük bir avantaj var. Yeter ki bunu anlatalım ve tüketiciler bunun farkını görsün. O zaman bu kriminal sistemi değiştirmek, politikacıları çiftçinin yanına çekmek çok daha kolay olacaktır.
- Tüketicinin bilinçli davranması ve gıdasına sahip çıkması çok önemli. Dubrovnik’teyiz. Turist akını var. Gelenlerin yerel ürünlerle, burada binlerce yıldır süre gelen geleneksel gıdalarla ilgisi yok. Hemen hepsi sadece süt tozundan yapılmış dondurmayı tüketiyor. Biz böyle turizm istemiyoruz. Turist gittiği yerin geleneksel tatlarını, ürünlerini tüketebilmeli.
Görüşlerine katılırsınız, katılmazsınız. Carlo Petrini liderliğindeki Slow Food hareketi dünyada tek tip beslenme modeline karşı yerel tatları, geleneksel ürünleri yaşatmaya çalışıyor. Amaçları çok basit ama çok önemli, dünyada aç insan kalmasın, üretici ürettiğinin karşılığını alsın. Toprağa, çevreye zarar verilmesin. İyi, temiz ve adil gıda sistemi için, geleceğimiz için biyoçeşitlilik korunsun. Gelecek kuşaklar da dünyanın zenginliğinden yararlansın. (Ali Ekber Yıldırım)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder