Hazreti Ömer (ra) hem halife hem de devlet yöneticisi idi. Peygamberimizin,(a.s.m)“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.” hadisini devamlı hatırında tutardı. Bu maksatla, her günün akşamında kendi kendine, “Ey Ömer, bugün Allah için ne yaptın?” diye sorardı?
Ölümü her gün kendisine hatırlatacak birini vazifelendirmişti. Saçına beyaz kıllar düştükten sonra, vazifelendirdiği bu zata, “Artık sana ihtiyaç kalmadı.” diyerek vazifesine son verdi.
Fırat Nehri kenarında bir koyun kaybolsa, onun hesabını dahi Allah’ın kendinden soracağına inanıyordu.
Hz. Ömer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu.
Oğlu Abdullah, babasına:
“Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sana vereyim de, kendine güzel bir elbise yaptır.” demişti.
Hz. Ömer de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı.
Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu halde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı.
“Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” der. arka saflarda biri itiraz eder.
“Ey müminlerin emiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çünkü sen, Allah ve Resul’ünün yolundan gitmiyorsun!” dedi.
Halife bu büyük iddia karşısında sarsıldı:
“Neden?” diye sordu.
O zat sebebini şöyle izah etti:
“Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptırmışsın!”
Hz. Ömer, hesabını veremeyeceği bir iddiayla karşılaşmayı bekliyordu. Bunu duyunca rahatlamıştı. Cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a (r.a.) işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi.
Halk sevinçliydi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve:
“Şimdi konuş, ey müminlerin emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.”dedi.
Bunun üzerine ellerini Rabb’ine açan adalet kutbu Halife Ömer şöyle dua etti:
“Ey Rabb’im! Sana sonsuz hamd ediyorum ki, beni, yapacağım hatalardan dolayı ikaz edecek bir ümmete halife etmişsin.”
Hz. Ömer, hilafeti zamanında sık sık Medine sokaklarında dolaşır, halkın durumunu kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini tespite çalışırdı. Bir gece dolaşırken bir evden çocuk ağlamaları işitti. Hz. Ömer, çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın, iki günden beri aç olduklarını, bundan dolayı ağladıklarını, onları avutup uyutmak için boş tencereyi karıştırıp durduğunu söyledi. Hz. Ömer bu cevap üzerine irkildi.
“Biraz bekle, ben hemen geliyorum.” dedi.
Hemen koşup bir miktar un ve yağ sırtladı. Hizmetçisi de yanındaydı. Torbayı taşımak için ısrar ettiyse de, Hz. Ömer:
“Kıyamet günü benim yükümü de taşıyacak mısın?” diyerek onun isteğini reddetti.
Hz. Ömer bir defasında birinin dilendiğini gördü. Yanına yaklaştı. Bu bir gayrimüslimdi. Niçin dilendiğini sordu. İhtiyar, cizye verdiğini, bu sebeple fakir düştüğünü, cizye verecek durumda olmadığını söyledi.
Adalet güneşi Hz. Ömer, onu yanına aldı, hazineden kendisine maaş bağladı. Sonra da şöyle dedi:
“Genç iken bunları çalıştırıp, yaşlandıkları zaman da sokağa atamayız.”
İşte Salahatta bu, maharette bu, idare de budur… Devletine, milletine hayırlı iş ve hizmette bulunmak isteyenler, bu anlayışla halkın karşısına çıksın, ben de bir hizmetkarım, efkarını beyan etsin.
Alıntılar:
1-Münazarat, y.a.neşr. s. 56
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder