Günün Sözü

Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.

26 Haziran 2014 Perşembe

Tatil Anlayışımız ve Tatilin “Tatil”i

Eskiler uzun boylu tatile ihtiyaç duymazdı. Çünkü hayat sade, işler sakin, ruhlar dingin, kalpler rahat, vücut da dinçti. İnsanların ayrıca “boş” geçirecekleri öyle haftaları, ayları da pek bulunmazdı.
Geçtiğimiz ay gazetelerde, “Sağlıklı bir vücut için en az bir ay tatil yapmalı” biçiminde bir haber çıktı. Yani elini sıcaktan soğuğa sokmadan, bir ay boyunca gezerek tozarak, yürüyerek yüzerek, bir yerde “yan gelip yatarak” geçirmek.
Bizim zamanımızdaki ilk okuma kitabında, “Uyu, uyu, yat uyu!” ninnisine benzer bir yaklaşım sergileniyor: “Ye, iç, yat!” Bunun adına da tatil deniyor. Yani sizin anlayacağınız, “dişe dokunur” herhangi bir iş yapmadan bir ay süreyle boş boş, avare bir şekilde “zaman öldürme” eylemi.
Hatta kitap bile okumayacaksın. Çünkü kitap okursan başın ağrır, gözün yorulur, beynin sulanır. “Kafa dinlemek” için ne okuma, ne yazma, hatta ne düşünme, ne fikir üretme; açıkçası, “katıksız” ve net bir tatil yapmak.
Bir de nerede kalabalık varsa, nerede deniz varsa, insanlar hangi tatil bölgesine akın ediyorlarsa direksiyonu oraya kırmak, orada mekan tutmak, orada gününü gün etmek…
Oteller, moteller, sahiller, tatil köyleri ve çoğu yazlıklar insanın bu istek ve arzusunu karşılamak için kurulmuşlar. İsraf ve harcamalar için de her şey planlanmıştır.
Giderken uzun ve stresli bir yolculuk, gelirken aynı şekilde yorgun ve bitkin bir seyahat. Bunun için tatil dönüşü, dinleneceği yerde “kambur kambur üstüne” koymuştur. Bir de canını sıkan olaylar, moralini bozan görüntüler ve derdine dert katan tatsız sürprizler de eklenince tatil dinlenmeden çıkmış, atalet haline gelmiştir insan için. Tatile çıkacağına da, çıktığına da bin pişman olmuştur.
Tatil “hayat tarzı”na dönüştü
Altmışlı, yetmişli yıllarda bu şekildeki tatil anlayışı pek bilinmezdi. Kısmen şimdilerde de olduğu gibi, sadece Adana, Mersin, Antalya ve Muğla gibi yerlerde yaylaya çıkılır, yaz boyu orada geçirilirdi. Günümüzde ise yaz tatili ayrı, kış tatili ayrı, yurt dışı ayrı, okyanus aşırı tatiller ayrı oldu. Böylece tatil anlayışı bir “hayat tarzı”na dönüştü, bir felsefe haline geldi. Bir yıl öncesinden planlanır, programlanır, gündeme alınır bir şekle büründü.
Eski insanlar “vakt-i zamanında” nasıl tatil yapardı? Öğrenmek için öyle uzaklara gitmeye gerek yok; şayet hayatta iseler dedelerimize, babalarımıza sorsak bile öğrenmemiz mümkün.
Bilebildiğim kadarıyla eskiler böyle uzun boylu tatile ihtiyaç duymazdı. Çünkü hayat sade, işler sakin, ruhlar dingin, kalpler rahat, vücut da dinçti. İnsanların ayrıca “boş” geçirecekleri öyle haftaları, ayları da pek bulunmazdı.
Hem zaten insanın hayatında bir ay gibi koca bir zaman nasıl olur da boşa harcanabilirdi? Çiftçiyse bağında bostanında, tarlasında arazisinde; esnafsa işinde gücünde, ticaretinde kârında idi. Bir de şimdiki gibi “emekliler ordusu” da yoktu.
“Boş zaman” mefhumu eski kültürümüzde bilinmezdi; eski kültürümüzde derken İslâmi yaşantımızda… Çünkü saniyesine varıncaya kadar “zaman” kutsal bir değerdi. Öyle “haybeye” harcanacak bir kavram hiç değildi. Zaten tembel olan her devirde tembeldi. Onun için bir iş yapmamak, “iş” sayılırdı.
Çalışarak dinlenmek, iş değişikliğiyle istirahat etmek
Kur’ân’ın işaretiyle Cenab-ı Hak yüzyıl anlamında “Asr”a, tan yeri ve sabah anlamında “Fecr”e, birer zaman makinesi olan “Şems/Güneş”e ve “Kamer/Ay”a ve bunların ördüğü “leyl/gece”ye ve “nehar/gündüz”e yemin ederek, zamanın çok büyük bir nimet olduğunu hatırlatıyor, zamanı yerinde kullanmaya davet ediyor, vaktin nakit değerinde olduğunu bildiriyor. Vakitle nakit alabilirsiniz ama, nakitle hiçbir zaman vakit alamazsınız.
Hatta öyle ki, Kur’ân, bir işin peşinden bir başka iş yapmaya teşvik ediyor. İnşirah Suresindeki “Bir işi bitirince bir başkasına giriş” ifadesi, çalışarak dinlenmeyi, iş değişikliği yaparak istirahat etmeyi öğretiyor. Çünkü “Fıtratı müteheyyiç olan bir insanın rahatı sa’y ve cidaldedir.” Yani, yaratılışı gereği heyecanlı, hareketli ve yerinde duramayan bir insan ancak çalışarak, didinerek ve hayata karşı dinç kalarak rahat eder.
Cuma Suresinde ise, Cuma namazı için çağrıldığında işi gücü bırakılarak Allah’ın zikrine koşmamız emredilir. Fakat namaz biter bitmez de yeryüzüne dağılıp Allah’ın fazl u kereminden rızık temin etmeye yönlendirilir.
Ramazan ve Kurban Bayramları gibi dini tatil günlerinde ise bayramlaşma ve kurban ibadetleri eda edilir ki, boş gibi görünen bu zaman dilimleri bile en iyi ve en ideal biçimde değerlendirmeye tabi tutulur.
Gezi ve seyahatler gayesiz ve anlamsız olmamalı
Bunların yanında, insan yıl boyu hep ciddi, hep ağır ve hayati meselelerle ve konularla mı meşgul olmalı? Dinlenmeye ve eğlenceye hiç ihtiyacı yok mudur? Mutlaka vardır. İnsan kurulu makine değildir ki düğmesine basınca 24 saat durmadan çalışsın.
Kur’ân, gecenin insan için bir örtü, uykunun da bir dinlenme vasıtası olarak ihsan edildiğini bildirir. Sadece gece değil, öğle sonrası gibi gündüzün bir bölümü de “kaylule” adıyla ayrıca dinlenmek için bir uyku saatidir. Bundan dolayı günün üçte biri böyle bir istirahat maksadıyla kullanılır.
Bedenin dinlenmeye ihtiyacı olduğu gibi, duyguların ağırlık merkezi olan kalbin de rahata ve dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda Hazret-i Ali Efendimiz, “Kalplerinizi dinlendirin. Onlar da tıpkı bedenleriniz gibi yorulurlar” diyerek sıkıntıya ve strese karşı kalb istirahatını tavsiye eder.
Kur’ân, insanın yerinde sayıp durmasını istemiyor. Gezmesini, dolaşmasını, seyahat etmesini, yeni yeni yerler görmesini tavsiye ediyor. Fakat bu gezi ve seyahatler de gayesiz ve anlamsız değildir. Bu gayelerden birisi, yaratılış seyrini keşfetmek, diğeri de taşkınlık yapan eski kavimlerin acı akıbetlerini görerek ibret almaktır.
“De ki: Yeryüzünde gezin de, Allah’ın mahlukatı ilk önce nasıl yarattığını görün.” (Ankebût, 29:20)
“De ki: Yeryüzünde gezin de, daha öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bir bakın. Onların çoğu Allah’a ortak koşanlardı.”
Bütün bunlarla birlikte, pratikte yapılması gereken şey, tatili anlamak için biraz “tatil”i tatil ederek ataletten betaletten kurtulmak ve tatil fırsatını bir ganimet ve nimet olarak bilip kâra geçmektir.
Mehmed Paksu
Moral Dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder