▼
26 Haziran 2014 Perşembe
Kalplerimizi nasıl taşıyacağız?
Her gün onlarca dramın oluk oluk içine aktığı yüreklerimiz var bizim… Modern zamanlar… Yüzlerce-binlerce radyo ve televizyon kanalı, yetmedi internet siteleri, sosyal platformlar… Her birinden adeta yağıyor sadece biri bile insanın yüreğini paramparça etmeye yetecek dramlar…
Eskiden… Yani iletişim teknolojileri bu kadar gelişmemişken… Düşünün bir köyde yaşıyorsunuz… Gazete yok, televizyon yok, radyo var ama işlevi itibariyle yok… Kendi hayatınızın acıları ve kendi hayatınızın sevinçleriyle baş başasınız… En fazla yakınlarınızın sevinçleriyle seviniyor, acılarıyla dertleniyorsunuz. Kalbiniz yükünden memnun… Siz hayatınızdan…
Peki ya şimdi…?
İnsan hayatı acılar ve sevinçler kimyasından müteşekkil… Oranı dönem dönem değişse de bu kimya bireysel bazda taşınabilir bir yük… “Allah kimseyi taşıyacağından ötesiyle sınamasın” diye edilen dualar da aslında bu halin izharı…
Ama…
Artık kimsenin hayatı sadece bireysel acılarından ve sevinçlerinden müteşekkil değil. Bültenlerde feryatlarla başlayan haberler; ölümler, kayıplar, amansız hastalıklar… Her biri adeta birer yük gibi kalbimize yerleşiyor. Ateş elbet düştüğü yeri yakıyor ama o yangın izleyenlerin de yüreklerini ucundan tutuşuyor.
3 buçuk yaşındaki Pamir’in artık fotoğraflarda kalmış gülen yüzü bir ok…
Başına gelecekleri bilmeden, kollarını açarak çocukça bir sevinçle katilinin peşinden koşan 9 yaşındaki Mert’in acısı bir ok…
Antalya’da anne ve babasının 15 yıl sonra gelen sevinci, tek evladıyken piknikte kaybolan ve söndürme havuzunun dibinde cansız bedeni bulunan 2 buçuk yaşındaki Hüseyin’in ölümü bir ok…
Aksaray’da bir ev yangınında 2 yaşındaki ağabeyiyle birlikte yanarak can veren 4 aylık ikizlerin dramı bir ok…
O evlatlara bakmak için İstanbul’da kağıt toplayan ve ikiz bebeklerini bu yüzden sadece bir kez görebilen, ikincisinde ise yanmış bedenlerini kucaklamak zorunda kalan babanın imtihanı bir ok…
Yıllardır kayıp sevdiklerini arayan, yüreklerini avutmak için bir cenazeye, ziyaret edilecek bir mezara bile razı olan anne babaların hali bir ok…
Delik deşik içimiz…
O bakışlar… Unutmak isteseniz de unutamayacağınız feryatlar… Ne kadar ağır değil mi kalplerimiz? Kalplerimiz ne kadar dolu… Ne kadar yorgunuz değil mi? Ne kadar perişan…
Belki de bu, bir ahir zaman imtihanı… “Her hayattan her acıdan haberdar olma imkanı(!)” Peki bunca acıyla ağırlaşmış kalplerimizi nasıl taşıyacağız? Sosyal bilimciler, din bilimciler, ruh bilimciler, iletişim uzmanları bu soruya kafa yormalı.
SAİME KONAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder