17 yaşında hemşire okuluna başladım. O güne kadar hiçbir cenaze görmemiştim.
Yakında ölecek olan yaşlılar var mı, diye heyecanla sordum. Hasta ölürken yanında oturup, izlemek istiyorum, merak ediyorum, dedim.
‘Şu karşıdaki odaya git, Frau Mayer ölebilir, solukları sıklaştı’dedi hemşire.
Yaşlı kadın kendinde değildi, sadece sık sık nefes alıp-veriyordu. Yüzü kireç gibi beyazdı, ürküten bir beyazlıktı bu. Kimsesizdi. Yanına oturdum, elini tuttum. Gözleri hafif kısık, öylece bir noktaya bakıyordu. Ellerini-ayaklarını kıpırdatamıyordu. Ayaklarından başlayarak hafif morarma ve kanın çekilmesiyle oluşan beyazlık ve ardından soğukluk. Ruhun nasıl çıktığını izleyebiliyordum adeta. Yorganı kaldırıp, beyazlık nereye kadar çıktı diye takip ettim, sonuna kadar. Ayaklar, bacaklar, bel, göğüs, boyun, baş… Son soluğunu aldı ve verdi, kaskatı kesildi. Biraz bekledik, çenesini bağladık, isim etiketini üzerine yapıştırıp, morga götürdük.
Ertesi gün Türk kadınlarının sohbetlerini dinliyorum, ne kadar lüzumsuz konuşuyorlar diye düşünüyorum. Hepsini silkeleyesim, çığlıklar atasım geliyor.
…..
…..
Gece 1:00. Üniversite-kliniğinde yoğun-bakımda çalışıyorum. Hastaların çoğu suni-solunumda, ağrı-kesici ve bayıltıcı serumlarla uykuda tutuluyorlar. Bir hastamız beyin-ölümü eşiğinde. 29 yaşında. Doktor sevgilisiyle araba-kazası geçirmiş. Kendisi de hemşireymiş. Annesi-babası, erkek-kardeşi hijyen önlüklerini giydiler, kızlarının yanından ayrılmıyorlar. Beynindeki basıncı kontrol ediyoruz. Arada bir göz-bebeklerinin içine minik lambayı tutuyoruz, göz-bebeği bir anda küçülürse, anne-babası çok seviniyorlar, beyin ölmemiş. Hasta öksürdüğünde de, beyin çalışıyor diye seviniyoruz. Ama hemşire öldü. Anne-babası kızlarının organlarını bağışladılar.
Ertesi gün Türk kadınlarının sohbetlerini dinliyorum. Hepsinde şikayet ve huzursuzluk! Ölen hastaları anlatıyorum onlara. Çarpılmış gibi dinliyorlar, aman halimiz iyi diyorlar.
…..
…..
Akşam 21:00. Üniversite-kliniğinde yoğun-bakımda çalışıyorum. 25 yaşında genç bir adam yarı-çıplak yatıyor önümde, gözleri kapalı, uyuyor gibi. Suni-solunumda. Kendi kendine nefes-alıp veremiyor. Atletik vücudunu kıpırdatamıyor. Bir haftadır başı ağrıyormuş, doktora gitmiş, ağrı hapı almış. Bugün bir hapşırmış, beynindeki büyük bir damar patlamış, bayılmış. Tomografide beyninin öldüğü tespit edilmiş, yoğun-bakıma getirilmiş. Şimdi ailesi bekleniyor. Oğlunuzun beyin-ölümü gerçekleşti, suni-solunumu ne zaman kapatalım, organlarını bağışlamak istiyor musunuz diye sorulacak.
Ertesi gün Türk kadınlarının sohbetlerini dinliyorum, bunlar ne diye yaşıyorlar ki diye kendi kendime soruyorum.
Ertesi gün Türk kadınlarının sohbetlerini dinliyorum, bunlar ne diye yaşıyorlar ki diye kendi kendime soruyorum.
…..
Televizyonda, 45 derece sıcak güneşin altında, en az 10 saat çömelerek taşları kıran 7-10 yaşlarında çocuklar gösteriliyor. Aldıkları ücretle sadece ekmek ve birkaç sebze alabiliyorlarmış. (Hindistan) Ağlıyorum.
Güney-Amerika’da çöpleri ayıklayan çocukları gösteriyor. O mikroplu, kurtlu, pis kokan çöpleri ayıklayarak, para kazanıyorlarmış. Tabi sadece yiyecek alabilecek kadar para kazanıyorlar. Üstlerindeki elbiseler paramparça. Ağlıyorum.
Terör-grubuna üye olmak mecburiyetinde kalmış 10 yaşındaki çocuk-askeri gösteriyor.(Afrika) “Ya seni öldüreceğiz, ya da sen anneni öldüreceksin dediler. Annem bana yalvardı, oğlum ne olur beni öldür, seni öldürmesinler, dedi. Annemi öldürmek mecburiyetinde kaldım,” diyor. Annesini ya süngü ile ya da süngülü tüfekle vurarak öldürmüş. Çocuğu esir alan zalimler, istedikleri gibi her yere saldırtıyorlarmış. Robot gibi yaşıyor çocuk, tek başına, zalimlerin elinde.
Acıdan duvarları yumrukluyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Bunlar aklımdan hiç çıkmıyor. Ağlıyorum. Şimdi bunları yazarken yine ağlıyorum.
…..
Misafirlikte yanımda oturan, Türkiye’den gelen 30 yaşındaki ithal-gelin, 7 yaşındaki oğlunun sözünü keserek, ilgisizce “oofff, git babanın yanına!” diye bağırıyor!
Kadının suratına bir tane yapıştırasım geliyor!
Allah’ın ona verdiği nimetlere şükretmeyen, çocuğuyla ilgilenmeyi bil(e)meyen nankör kadın!
Evlenip rahat yaşamaktan, dizi-izlemekten, gezmekten, yemekten, süslenmekten başka hiçbir derdi olmayan, çocuklarını evlendirdiğinde dünyayı kurtarmışcasına edalara bürünen, komşuya yemek götürdüğünde kendisini iyilik-meleği zanneden, kendisini ve ailesini öve öve bitiremeyen bu kadınları toplayıp, uzaya fırlatasım geliyor!
Bu kadınların böyle olmasını destekleyen erkekleri de, bunlarla birlikte havaya uçurasım geliyor!
Bu ne gaflettir, bu ne rahatlıktır? Bu nasıl bir şükürsüzlüktür?
Bu ne gaflettir, bu ne rahatlıktır? Bu nasıl bir şükürsüzlüktür?
Siz hangi Kur’ân’ı okuyorsunuz? Hangi hadisleri okuyorsunuz?
Hayattan neden ibret alamıyorsunuz?!
Bu tembelliği, vurdumduymazlığı, tahammülsüzlüğü, israfkarlığı kim müsaade etti size?!
Bu tembelliği, vurdumduymazlığı, tahammülsüzlüğü, israfkarlığı kim müsaade etti size?!
Not: “Türk kadını” yazmamdaki maksat, sosyal-kültürel-yaşamı eleştirmek. Almanya’da yaşadığım için “Türk, Alman, Arap, yabancı” diye yazıyorum. “Türk” kelimesini ayrımcılık veya ırkçılık yapmak için kullanmıyorum.
Zehra Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder